2015 yılında dikkatimi çeken blog yazıları

     Merhaba arkadaşlarım,dostlarım ve samimi blog yazar ve okurları,
     Blog yazmak kadar blog okumakta önemlidir. Yazdıkça çoğalır okundukça değerlenir. 2015 yılının son günlerini geçirirken öncelikle 2016 yılının hepimize hayırlı, sağlıklı ve hep birlikte mutlu geçireceğimiz yıl olması dileğiyle. Bu yazımda ise geçen bir yıl içinde dikkatimi çeken blog yazılarının sizler de okuyasınız diye linklerini paylaşacağım. Takip ettiğim tüm blog yazarlarına yazdıkları yazılar için teşekkür ederim ve kalemlerine sağlık diyorum ki yazılarının devamı gelsin :) 
     Ayrıca blogumu ve blogger arkadaşlarımı da takip etmeyi unutmayın. Yorumlarınız her zaman önemlidir..  
     İyi okumalar..

Tarihi eserlere bakış açımız

     Bugün yazımı yakın zamanda gazetelerden okuduğum bir haberden bahsedeceğim. Roma'da bir Türk öğrenci 1800 yıllık tarihi sütuna adını yazmış. Çevredekilerin şikayeti üzerine İtalyan güvenlik güçleri öğrencimizi gözaltına almış. İfadesinde ise "Orada başka isimler de yazılı olduğunu gördüm, ben de kendi adımı yazmak istedim. Bunun yasak olmadığını sanıyordum" demiş.
    Birçoğunuzun şaşırmadığının farkındayım çünkü ilk defa olan bir şey değil. Ülkemizin birçok yerinde tarihi yapıtları gezerken sıklıkla karşımıza çıkan bir durum. Ne yazık ki müzelere sıkça giden bir toplum değiliz. Gitmiyoruz ama gidince ise malesef zarar veriyoruz. Karşılaştığım bir durumdan bahsetmek istiyorum. Tokat'ın Pazar ilçesindeki Ballıca mağarasını uzun zaman önce gezmeye gitmiştim. Mağara duvarları zarar görmesin diye içerde fotoğraf çekmek bile yasak olmasına rağmen birkaç bin yılda oluşan bir kayanın üzerine isim yazılmış olduğunu görmem beni çok üzmüştü. Bilinçlenmemiz ve bilinçlendirmemiz gerekiyor insanları.
     Ben kısaca şunu belirtmek isterim ki; Adımızı tarihi yapıtlara ya da doğaya kazıyarak değil ancak çalışıp, çabalayıp insanlara faydalı eserler vererek Dünya'da kalıcılığı yakalayabiliriz.  

Ballıca mağarası-Tokat (http://www.tokatkulturturizm.gov.tr)

Merak ediyorum Mimi

     Sevgili blogger arkadaşım Berika'nın Günlüğü beni de mimlemiş. Teşekkürler :)

Merak ediyorum! Takıntılarınızı, sevdiğiniz ya da sevmediğiniz genel şeyleri..

  • Mantarı sevmem. İstesem de yiyemem zaten alerjim var :) 
  • Kahveyi çok severim. Günde 2-3 kupa filtre kahve içmeden olmaz. İsveç'te kaldığım dönemden kalan bir iskandinav alışkanlığı. Ayrıca çay ve kahvemi şekersiz içerim.

Şiir Okuyorum #3 Necip Fazıl'dan ve Nazım Hikmet'ten

    Şiir kitabını açıp baştan sona hemen okuyup bitirdiğiniz oldu mu? Ben açarım şiir kitabını okumaya başlarım baştan. Okurken bir şiir gelir duraksarım, sayfanın başına döner tekrar okurum. Kitabı yavaşça aşağı indirip düşüncelere dalarım. Ne yazık ki orada okumam yarım kalır. Kısaca şiir okumak güzeldir ama seslendirmesi cesaret ister benim gibiler için. Kısaca çok uzatmadan Necip Fazıl'dan Serseri ve Nazım Hikmet'ten Türküler şiirlerini seslendirdim. Ses kayıtlarını aşağıdan dinleyebilirsiniz. Hatalarım vardır elbet hatalarım için şimdiden affola..

Onlar kardeştiler: Nazım Hikmet RAN ve Necip Fazıl KISAKÜREK


     
     Aslında ikisi kardeştiler. Biri olmadan diğeri olamazdı. Birbirlerine olan katkıları kendileri farkında olmasa bile azımsanmayacak kadar çoktur. Yan yana olan iki kardeş bile kavga ederken, birbirlerinden uzaklaşınca gözleri kardeşini arar. İki şairimiz de farklı yollarda yürüdüler ama yolları nedense hep kesişti. İkisi de bugün ki adı Deniz Harp okulunda eğitim gördü ve Nazım Hikmet, Necip Fazıldan iki sınıf üstteydi. Bu dönemde Deniz Harp okulunda  Yahya Kemal, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev yapmakta idi. Okul yıllarında şiire başlayan iki şairimiz burada karşı karşıya gelmişlerdir. Nazım Hikmet’in, elle yazdığı tek nüshalık bir dergi çıkardığını öğrenen Necip Fazıl hemen Nihal adlı bir dergi çıkardı. Bundan sonra hayatlarının belirli dönemlerinde çok sık karşı karşıya geldiler. Birkaç örnek verecek olursak:    

Bu son olsun..


     Hava serin ve karanlık. Kış mevsimi iyice soğuk yüzünü göstermeye başladığı günlerde olduğuna alışmaya çalışmaktaydı. Eline bir kupa kahvesini almış ve uzaktan radyodan cızırtılı bir şekilde şarkı mırıltısı geliyordu. Derin düşünceler içerisinde o eski yaşanmışlıklara özlem ve hasret içinde sakince oturuyordu. Zamanın kaç olduğundan habersizdi. Bu durum endişeye kapılmasına sebep olmuyordu. Tam o sırada radyoda duyduğu "ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni" şarkı sözüne karşılık içinden "bu son olsun bu son" dedi. 
     Aslında her kötü bir şey olduğunda bu sözü sıklıkla tekrar ettiğini farketti. Diğer yandan mutlu ve güzel günler yaşarken ise hiçbir müdahalede bulunmadan çabucak tükettiğimizi anımsadı. Bu insana güzel günlerimizin neden çabuk, zor günlerin ise neden uzun geldiğine cevap olmalıydı.
     Her şeye rağmen anılarımızı anlatırken meşakkatli günlerden ziyade, hoşnut olduğumuz günlerden bahsederiz. Bizi bilmeyen biri anılarımızı duysa hep bahtiyar olduğumuzu zanneder. Gizlediğimizden kaynaklanmıyor bu durum. Unutmakta bize verilen güzel bir lütuf olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz.
    Sonuçta her şeye arkamızı dönüyoruz ve umutla önümüze bakıyoruz.