Bazı tutkular vardır, yalnızca düşünmesi bile keyif verir. Hiç görmediğin, duymadığın ve hatta hissetmediğin bir şey olsa bile sen onun esiri olmuşsundur. Bu anlatacağım hikayeye başlamadan önce elinize bir fincan kahve almanızı öneririm.
Gökyüzü zifiri karanlıktı. İskandinaya'da sıradan soğuk bir kış gününde saat 9:30 gibi güneş doğacaktı. İsveç'e Ağustos ayında gelmiş ve kış kendini gösterince gün ışığı gördüğüm süre belirgin bir şekilde azalmıştı. Bu duruma daha yeni alışmıştım.
Biletimi elime almış ve karanlıktan gelen otobüse binmek için durağa yanaştım. Yolculuk Stockholm'e doğruydu. Sırtımda sırt çantam, elimde bir kitap ve bir de müzik dinlemek için ipod vardı. Otobüste yerime oturduktan sonra bir ses lütfen tüm yolcularımız emniyet kemerlerini taksın, aksi takdirde otobüs çalışmayacaktır diye anons geldi. O an anonsun sadece benim için yapıldığını anladım. Dört aydır İsveç'ta yaşıyorum, fakat arada hala bir an dalgınlıktan da olsa bu tarz kurallara uymayabiliyorum. Aslında uyumlu biriyimdir. Ülkeden ülkeye değişen kurallara alışmak bazen zaman alıyor. Emniyet kemerlerimi bağlamış, yolculuk uzun süreceği için uyumak istedim. Çünkü unutulmaz bir gece beni bekliyordu. Stockholm şehrine gittiğim için değil, oradan cruise gemisi ile yaklaşık 1.5 gün yolculuk yapacaktım. Kutuplara yakın Baltik denizinin soğuk sularında yol alacaktım. Daha öncesinde devasa bir gemiye hiç binmemiştim. İstanbul'da birkaç kez vapura binmiştim. Bu elbette sayılmazdı.
Stockholm limanına gelmiş, gemimizin demir almasını bekliyorduk. Herkesin bir kamarası vardı. Gemi o kadar lüks ki bana Titanik gemisini hatırlattı. İçerisinde restoranları, barları, tiyatro salonları ve dans pistleri vardı. Bunlar beni hiç etkilemiyordu. Gemi içerisinde kaybolmamak için bir yerden bir yere giderken sürekli her katta bulunan gemi krokilerine bakma ihtiyacı hissediyorsun. Aksi takdirde gemi içerisinde kaybolursun. Gece geç vakit olmasına rağmen gemi adeta yaşayan bir şehir gibi. Ben ise geminin güvertesine çıkmaya çalışıyorum. En sonunda aradığımı bulmuştum. Her yer kapkaranlık. Hava çok soğuk. Geminin güvertesine yaklaşmıştım. İçimden işte bu gece benim gecem demiştim. Karşımda Baltik denizinin soğuk dalgaları vardı. Deniz buz tutmaya başladığı için gemi parça parça buzulları kırarak ilerliyordu.
İleri doğru bakarken sanki sonsuz bir karanlığa bakıyordum. Bu karanlığı tarif etmek gerçekten zor. Sokak lambasının ışıkları sönmüş yolda ilerlemek gibi. Gözüne çok uzaklardan iki ışık vuruyor. O kadar uzaktan vuruyor ki ömür boyu yol gitsen ışık kaynağını bulamayacakmışsın gibi. Işıklardan biri deniz feneri, diğeri kutup yıldızı. Evet, kutup yıldızı. Kutuplara daha önce hiç olmadığım kadar yakındım. Yüzeyde buz kütlelerinin olduğu bir denizde ilerliyordum. Çocukluğumda yolunu kaybedenler için "kutup yıldızını takip etmek" beni mutlu eden, yolumu bulmama yardımcı olan şeydi. İnanır mısınız ben daha ana sınıfına bile gitmez iken çocuk aklıyla kutup yıldızını nasıl daha iyi görürüm, daha yakın olurum onu düşünürdüm. Okuma yazma bilmeyen bir çocuk kutup yıldızını neden bu kadar seviyordu? Resimli kitaplar, anlatılan masallar etkilemiş olabilir. Bunları bir kenara bırakalım. Şimdi çocukluk hayalime çok daha fazla yakındım. En azından öyle hissediyordum. Hava -30 santigrat dereceyi gösteriyor ama ben hafif bir tebessüm ile halimden memnundum. Karşımızda deniz feneri olmasına rağmen bana göre kutup yıldızının denize vuran ışığı gemiye yol gösteriyordu. Çocukluk hayali ya imkansız olan şeyler mümkün olabilirdi. Tıpkı masallardaki gibi. Ülkemden, ailemden, dostlarımdan binlerce kilometre uzaklıkta gerçek ile hayal arasında bir an yaşıyordum. Titanik gibi büyük bir buz dağına çarpsaydık sevdiklerim yetişemezdi, sadece kutup yıldızı yetişebilirdi.
Y.A