Dile Minnet Eylemem


Sabahın erken saatinde trenin rahatsız edici sesiyle uyandım. Son 4-5 aydır yeni yerler görmek isteğiyle çok fazla tren yolculuğu yapıyordum. Özellikle gece yolculukları benim gibi yabancı bir ülkede üniversite öğrencisi için en ideali idi. Çünkü hem gece kalacak bir yere para vermiyorsunuz hem de başka bir şehire ayak basmış oluyorsunuz. Yalnız günün çoğu zamanı karanlık olan bir yerdeydim. Belki kış mevsiminde sürekli havaların kutup bölgesine yakınlığı sebebiyle çok soğuk olmasına kolay alışmıştım, fakat bu karanlık ortam ilk başta düzemli uyuyamadığımdan olsa gerek bende uykusuzluk etkisi yapmaya başlamıştı. Sabah erken kalkıyorsun, karanlıkta saat 9 gibi üniversiteye gidiyorsun ve sonra öğleden sonra kurslardan çıkınca saat 3 gibi hava yine karanlık. İşte o karanlık zamanların birinde tren görevlisi bana dönüp "god morgon, valkommen till Huskvarna" dediğini duydum. Ben de "tack så mycket" diyerek çok teşekkür ettiğimi belirttim. Bunu ben bulunduduğum ülkedeki insanlara saygı olarak özellikle karşı tarafın dilini bildiğim kadar kullanmayı tercih ediyorum. Sonrasında İngilizce olarak devam etmek zorunda kalıyordum. Bu süre içinde inan İsveççe bilseydim hep İsveççe konuşurdum. Nedeni bir şeye hayranlık filan değil. Bir dile Nesimi'nin de dediği gibi Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem. Çok basit sadece karşımdaki insana saygı için. Bunları neden anlattığımı yazının sonunda anlayacaksınız. 

Huskvarna şehrine sabahın erken saatinde varmıştım. Burası İsveç'in güneyinde İsveç'in ikinci büyük gölü olan Vättern gölü yakında yaklaşık 20.000 nüfuslu küçük bir kasaba şehri. Hemen bir küçük kafetarya tarzı bir yer bulup kahvaltımı yapmak istedim. Seyahat halinde olduğumdan minimal şekilde bir şeyler atıştırmaya çalışıyordum. Dondurucu soğuklar olduğundan filtre kahve ve tarçınlı çörek ideal bir seçim. Tam o sırada yan masadaki yaşlı bir amca yabancı olduğumuzu anlayınca "nasılsınız? nereden geldiniz? burada okuyor musunuz?" diye sordu. Türk olduğumu ve burada belirli bir dönem için okumaya geldiğimi, İsveç'i gezmek için yola çıktığımı belirttim. Öncelikle bilinmeyen küçük kasabaları gezmeyi tercih ettiğimi belirttim. Adam telefonundan haritaya baktı ve şaşırarak "taaaa oradan buraya gelmişsin" dedi. Şimdi ise burada olman gerçekten memnuniyet verici ve başarılı biri olmasın dedi. Aslına bakarsanız o zaman daha ilk yurtdışı deneyimimdi. Daha sonrasında daha farklı ülkeler görme fırsatım olacaktı. 

Adam bana döndü ve bu şehirde yaşayan Türk birisini tanıyorum dedi. Kendisinin nasıl biri olduğunu tam bilmiyorum ama şu ileride bir dükkanı olacaktı. İstersen kibarca bir tanışırsan memleketinden biri olacağından bana iyi geleceğini belirtti. Kahvaltımı bitirdikten sonra belirtilen dükkana vardım. Dükkanda İsveç'te pek bulunmayan Türkiye'den getirildiği belli kırmızı mercimek, kurutulmuş incir ve kayısı vb. şeyler satan aktarı andıran bir yerdi. Burası gerçekten de bir anlık da olsa memleketimi bana hissettirmişti. Benim bir merhaba dememle birlikte karşımda farklı bir insan bulmuştum. Bana şuradaki amca sizin Türk olduğunuzu ve sizinle tanışmamı tavsiye ettiğini söyledim (İngilizce olarak). Türk mü? diye ses duyduktan sonra bir anda asabi bir tavırla öyle değil kendisinin sadece (Türkiye'den bir şehirden) olduğunu ve oraları özlediğini vurguladı. Sonrasında bana sadece (X dili Türkiye'de toplum içinde az da olsa konuşulan bir dil) konuşalım dedi. Ben onu bilmediğimi söyledim. Sonrasında karşımdaki İsveççe konuşmaya başladı. Onu da bilmediğimi söyledim. Ben de o zaman hadi İngilizce konuşmaya devam edelim dedim. İngilizce olarak Türkçe biliyormusunuz, diye sordum. Adam tekrar Türkiyeli değilim, (Türkiye'den bir şehirden) iki yıl önce geldiğini ve Türkçe bildiğini ama İngilizce devam etmek istediğini dedi.

Özetle Türk olduğunu kabul etmiyor, Türkiye'yi de kabul etmiyor ama Türkiye'den bir şehirden olduğunu iddaa ediyor. Şaşırarak size zorla iki yıl içinde anadiliniz gibi İsveççe öğretmişler ve konuşuyorsunuz dedim. Kızdım ve adını bile sormadan oradan çıktım. Burada zoruma giden ben insanlara saygı olarak özellikle karşı tarafın dilini bildiğim kadar kullanmayı tercih ederken karşımdaki kabaca bir de dövüp azarlamadığı kalmasıdır. Bir de bu konuda saygı göstermeyi herhangi bir İsveçlinin anlayabilmesi, fakat aynı coğrafya'dan çıkmış insanların anlayamaması benim çok zoruma gitti. Burada birinin o veya bu milletten olması mühim değil. Hatta Türkçe'yi de bilmesin, ben işin orasında hiç de olmam. Hepimiz farklı milletten olabiliriz ve farklı dilleri konuşabiliriz. Yalnız tavırı sanki benim Türkçe olarak bir "merhaba" dememle tüm kinini kusmayı planlamış gibiydi. Türkçe olarak "merhaba" deme sebebim de kafeteryada otururken İsveçlinin tavsiyesidir. Yoksa ben oraya hiç gitmezdim. Tabiri caizse neye uğradığımı şaşırmıştım. Eğer ben karşımdakinin dilini biliyorsam saygı beklemeden saygı için bildiğim kadar kullanırım. Kullanmasam bile saygı göstergesi olarak kaba bir şekilde davranmam. Ben böyle tatsız bir anı yaşarak yeni yerler görmek ve yeni bilgiler edinmek için yoluma devam etmiştim.

Nesimi'den;
Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem

*Şehir ve dil ismini açıklayarak ayrımcılığa sebebiyet verebileceğinden açıklamadım.  

Vusulsüzlüğümüz Usulsüzlüğümüzdendir

Stockholm/İsveç - Fotoğraf: Yusuf Arslan
Bazı sözler vardır, duymanıza gerek yoktur ve bir kenarda yazılı halde durması bile sizi kendinizden alır; başka diyarlara götür. Anlamı o kadar derindir ki o sözün rehberliğinde kendinizi farklı yollarda bulursunuz. Bu yol herkesin gittiği değil de yalnız yürüdüğün yol olur. Bazılarımızın işte hayatımı değiştiren veya hayatımda düstur edindiğim söz işte budur diyebileceği tarzda bir söz. Anlamı o kadar derin ki nasıl açıklayayım diye bazen benim gibi lafın altında ezilirsiniz.

Vusulsüzlüğümüz Usulsüzlüğümüzdendir. Bu sözü duydunuz mu bilmiyorum. Usul; bir amaca ulaşmak için izlenen düzenli yol anlamında ve vusul de ulaşma, varma anlamı olduğunu TDK'den öğrenebilirsiniz. Yani eğer bir şeye kavuşamıyorsan bu senin yol yordam bilmemenden kaynaklanır. Hayatımızın her alanında geçerlidir.

Örneğin biri çıkar der ve bu çocuk çok zeki, akıllı ama nedense bundan bir şey olmadı diye çok duymuşsunuzdur. Ya da her türlü imkana sahip olan bir ticari şirket veya kuruluşların kendisinden istenilen atılımı yapamaması bundandır. Başarılı bir iş yapılsa bile bilinmemesi, sonuca ulaşılmaması yapılması gerekli faaliyetlerden yoksun olduğu anlamına gelir. Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz.

Şimdi bir terzi düşünün. Bu terzi dünyanın en yetenekli terzisi olsun. Elinin altına dünyanın en pahalı kumaşlarından verilsin. Ve hatta dünyanın en güzel elbisesini dikmiş olsun. Eğer bunu manken üzerinde insanlara sunarken elbisenin bir düğmesini yanlış ilikleyip sunarsan göze çirkin gözükeceğinden bu elbisenin ustasının maharetlerini ve elbisenin güzelliğini karşı tarafa tam aktaramazsın. Elbisenin üstteki ilk düğmesini yanlış iliklersen sonraki düğmeler de yanlış iliklenecektir. Doğru başlamadığın iş de doğru sonuçlanmayacaktır.