Günlük Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günlük Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Denizin Kıyısında

Belki çoğumuz denizi görür, sularına dalmaz. Kendimi denizin kıyısında hissediyorum. Biraz yorgun, çaresiz, biraz da kararsız.. Hafif rüzgar esintisinin saçlarımı sarmaş dolaş ettiğini biliyor yine de hiç bir şey yapmadan kendimi bırakmak hoşuma da gidiyor. Hayatında olanları sürekli kontrol etme çabası yormuş olmalı ki rahatladığımı hissediyordum. Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordum, diğer yanım beni geri durduruyordu. Oysa etrafta kimseler yoktu. Bu geri duruşu sağlayan neydi? 

Günlük yaşantıda yapmak istediklerini baskıladığın çok oluyordu. Başkalarının istediklerine göre davranmak, birilerinin çenesi açılacak diye bazı şeyleri geçiştirmek ve hatta beyfendi hanımefendi desinler diye sessiz kalmak... Bunları yapınca sakin, sessiz, efendi belki de mülayim derler yüzüne. Arkadan ise saf üstelik pısırık derler. Buz dağının görünen kısmını görürler, bir de görünmeyen kısmı vardır. Buz dağının görünen kısmını herkes görür, ardını görebilen ise nadir kişilerdir. Sessizdir ama içinde sürekli münakaşa içindedir. Kelimeleri tartar ölçer gerekirse yerinde kullanır, gerekmezse zamanını bekler.  Yanıldıkları az olur, zamanı kaçırdıklarını düşünürler aksine tam doğru zamanı yaşarlar. Tek bir sorunu var gibi gözükür. O da yalnız kaldığı. Yalnız kalmazlar aslında bir elin parmağını geçmeyecek az ve öz kişi bilir ve anlar. 

Rüzgarın esintisi altında etraftan üç beş çıra ve birkaç kozalak alıp çay demlemek için ateşi yaktım. Kaynayan suyun fokurtusunu duyunca yavaşça çayımı kattım ve demlenme zamanını beklemeye koyuldum. Çayın bile demlenme zamanı vardı. Öncesinde ve sonrasında çayı tadarsan tadı seni rahatsız eder. Zamanını beklersen keyifli olur. Hayat da böyle idi. 

Keyifli çay içtiğini görenler ve çayın güzel kokusunu alanlar keyfine ortak olmak için yamacına oturur, sohbetine ortak olmaya çalışır. Ola ki birlikte deniz kenarına bir yerlere gidip dolaşırız. Sözün sonu budur. 


Belki de

 

Huzur denince akla ilk gelen yer neresidir? Belki de huzuru beklememeliyim, belli bir süre aramalıyım. Doğa içinde sakin ve ıssız bir o kadar da insan canlısı bir yerde, bir ay ışığında ya da kendimin bile bilmediği bir yerde kim bilir? Belki de eşsiz bir gün batımında. Ahaste aheste yaşamalıyım hayatı, sakince, yıpratmadan ve bir yandan da acele etmeliyim tek bir anını kaçırmadan. Hayatta önemli olan arkana baktığında ne kadar seni gülümsetebilmesidir. 

Hayat denilen şey bir an kadar kısa, bir ömür kadar uzun değil mi? Ömür dediğin bir göz açıp kapatana kadar hızlı geçiyor. İnsan zamanla öğreniyor. Her emeğin karşılığı olmayacağını. İnsan sabrederek verilen bilgiyi elde edebilirmiş. Hayat denilen şey bir yol olsa ve o yolun taşlarının değişebileceğini öğrendim. Yolda yorulsa da insan direnmeli fakat karşı koyma olmadan direnmenin de bir gayesi olmayacağını. Her sınav kazanılmaz, kiminden kalmak gerek. En doğru öğrenme belki budur. 

Belki de sadece bir yudum kahveye ihtiyaç vardır :)

 

 

Nerede O Eski Bayramlar?

Belli ki insanlar kolayca unutuyor. Nerede o eski bayramlar diyerek klişe bir sözle başladım. Artık ben de böyle söylemeye, sormaya başladım. Aslında özlediğimiz çocukluğumuz ve geride yitip giden sevdiklerimizdir. Sabahları çocuk iken bizler erken uyandırılır. Bayram öncesinde alınan elbise ve ayakkabılarımızı giyer. Büyüklerimizin evine gidilir ve herkes birbiri ile bayramlaşır. Büyüklerimizin elleri öpülür. Harçlıklar alınır. En son bayram sofrasına oturulurdu. Bayram denince bunları gördüğümüz için aklıma gelenler bunlar. 

Artık kolay kolay bayram coşkusunu kimse yaşamıyor. Çoğu insan onu normal bir günmüş gibi geçiriyor. Bazen bana da öyle gelmeye başladı. Aslına bakarsak yaş ilerledikçe çocukluğumu özlüyorum. Sanırım bir de yitirdiğim aile büyüklerini gözlerim arar oldu. Bir bayram anneanne evinde diğer bayram babaanne evinde geçen günler olmadığından eski bayramlardaki tat yok gibime geliyor.

Bazı şeyler eksik olsa da geride kalanlarla daha nice güzel bayramlarımız olsun. Bayramı bayram yapmak bir bakıma elimizde. Herkesin bayramını kutlarım, iyi bayramlar diliyorum.

 

 

Fotoğrafçılığa Merak Saldım

Önceki yazımda amatör fotoğrafçılığa merak saldığımı söylemiştim. Kendime başlangıç için amatör ve profesyonel arası bir makine ararken araştırmalar sonucunda Canon 850D yarı profesyonel sayılabilecek bir makine aldım. Fotoğrafçılık dendiğinde cep telefonunu açıp çekmek dışında bir bilgim yoktu. Blog ve youtube kanallarınında araştırınca fotoğrafçılığın göründüğü kadar kolay olmayıp pek çok parametrenin bir araya gelmesi ile daha güzel çekimler yapılabileceğini öğrendim. ISO, diyafram, enstantane terimlerini duyuyordum ama şimdi bazı kavramlar aklımda daha net. Fotoğraf makinesinin otomatik modunda çekilen fotoğraf ile ayarlarını manuel yaparak çekilen fotoğraf arasında dağlar kadar fark var. Şimdilik araştır ve dene şeklinde bazı fotoğraflar çekiyorum. İleride belki bir fotoğrafçılık kursuna katılabilirim.  Henüz hangi tür fotoğrafları daha çok çekeceğime karar vermedim. Şimdilik çevremde gördüğüm her şeyi çekiyorum. Çektiğim bazı fotoğrafları görebilirsiniz.

Ayın Görünen Yüzü



 

Bir Kuş Konmuştu

Eski fotoğraflarıma bakarken bakın ne buldum. Biraz fotoğrafı kırptığım için kalitesini dikkate almazsanız sadece bir anımı paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı okur musunuz bilemem ama bana bu fotoğraf çok şey anlatıyor. Geçen yıl her sabah şaşmadan saat  yedide  balkonuma gelen bir kuşum vardı. Kuşum diyorum artık o kadar çok benimsemiştim. 5-10 dk balkonumda durur öylece öterdi. Beni her sabah uyandırıyordu. İlk defa geldiğinde sesine uyanmış, perdeyi kaldırıp ona dakikalarca bakmıştım. Kaçar diye düşünmüştüm kaçmamıştı. Ertesi gün aynı saatte ötme sesini duyunca sevinmiş ve iyiden iyiye ben ona o da bana alışmıştı. Hatta ileriki günlerde balkona çıkmaya başladım ve kaçmıyordu. Ben de evde ne varsa biraz yiyecek ve buğday koyardım. Sabah karnını doyurup giderdi. Başta sürekli aynı saatte gelmesi bana garip geliyordu. Sonraları alıştım ben de. 

Ben ona isim olarak şirin ve pofuduk diyordum. Bu isimlerle seslenilmesinden hoşnut olacak ki bana bakıp ötüyordu. 2-3 ay gibi bir süre her gün gelip gitti. Bir ay gibi bir süre için başka şehire gidip geri döndüğümde kuşun artık aynı saatte gelmediğini farkettim. Birkaç sabah daha balkonda göremeyince ya bana küsmüştü ya da ölmüştü. Üzülmüştüm. Bazen sabahları hala perdeyi kaldırıyorum, bakıyorum acaba yine gelir ve ötmeye devam eder mi diye. Bu kuş melek gibi kendi gelip kendi gitmişti.

 


Ben Burada Değilken

Ben burada değilken sosyal anlamda kendimce bazı işlerle uğraşıyordum. Hala da uğraşmaya devam ediyorum. Söylüyorum televizyon izlemiyorum. En son ne zaman izlediğimi de hatırlamıyorum. Bu nedenle koronavirüs kaç kişiye bulaşmış veya kaç kişi ölmüş bilmiyorum. Bu durumdan da memnunum. Yanlış anlamayın en azından kafamı meşgul etmiyorum. Tedbiri de elden bırakmıyorum. Nedeni kendim için değil, sadece büyüklerimin sağlığı içindir. Gezmeyi tozmayı inanın 7-8 aydır bıraktım. Bir kahve dükkanında oturup kahvemi yudumlamayı ve güzel bir mekanda akşam yemeği için dışarı çıkmayı özlemiş olabilirim. Ben bu konuda zorunda olmadığı halde normal bir dönemdeki gibi keyfi için tedbirsiz toplumda gezen dolaşan insanlara sadece biraz bencil gözüyle bakıyorum. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz? 

Bu sene yaz ayı ne zaman başladı veya bitti farkına varmadım. Çünkü gezme tozma işlerini büyük ölçekte askıya aldığımdan öyle kendi halimde geçti diyebilirim.

Bu dönemde biraz kendime zaman ayırıp spor yapmaya başladım. İlk başta zor geldi. Isındıkça alışıyorsun. Daha önceleri uzun bir süre düzenli spor yaptığım dönem oldu. Bu yüzden bedenimi tanıyorum biraz. En azından ben öyle düşünüyorum. Spor programımı kendim oluşturdum. 

Başka neler yaptım derseniz pikap ve plaklarım için dolap satın aldım. Yaşadığım yeri değiştirmek, düzenlemek ve kalabalık duran eşyaları evden uzaklaştırmanın iyi gelebileceğini düşündüm. Demonte mobilya alıp kurmak biraz zor gibi gözükse de zevklidir. Satın aldıktan sonra mobilyayı eve taşırken daha rahat oluyor. Kurması zaman alsa da kurup yerine koyduğunda güzel oluyor. Biraz büyüklerin yapboz oyuncağı gibi. Herkes bir şeyin başına oturup saatlerce uğraşmayı sevmeyebilir.

Amatör fotoğrafçılığa adım atmayı planladım. Kendime bir dslr yarı profesyonel fotoğraf makinesi aldım. Sürekli hep ertelediğim bir uğraş veya hobiydi. Şimdilik bu alanda kaynak olarak internetten videoları ve yazıları takip ediyorum. Bir şey için çabalamayı ve yeni şeyler öğrenmeyi zevkli bulduğumdan güzel olacak gibi. Hem de doğa gezileri yaparken yeni bir uğraşım olmuş olacak. Fotoğraf çekmek belki de daha çok doğa gezisi yapmak için motive edici olabilir.


Bir Kaktüsün 9 Yıllık Serüveni

İlk defa bir bitkiye bakma tecrübesi yaşama heyecanı içinde büyük bir hevesle aldım. Büyük bir sorumluluk hissederek kaktüsü aldığım ilk günden itibaren yıllarca bakmayı kafaya koymuştum.  Başlarda internetten araştırma yaparak ve daha önce evinde kaktüs yetiştiren bitkiseverlerin tecrübelerini okuyarak geçiriyordum. Eve geldiğinde ufak tefek tek yumru bir şeydi. İlk başta biraz çekingen gibi dursa da daha sonraları yerine alıştı. Evde gezmeyi sever. Arada yanı başımda durmayı sever. Şaka yapıyorum tabii ki. :)

Zamanla okuduğun bilgilerden ziyade bitki yetiştirmeye çalışırken edindiğin tecrübelerin daha verimli sonuçlar verdiğini gördüm. Buna bir bakıma deneme yanılma usulü de denilebilir. Mesela kaktüsü ilk aldığım sene sonunda çok küçük olduğu için çiçek açmaz dediler ve ilk yılın sonunda 1 tane çiçek açtı. Kaktüsler ilerleyen yıllarda yılda 1-2 kez çiçek verdiğini okumuştum ama kaktüsüm yılda 4-5 kez hatta 6 kez bile çiçek açtığını gördüm. Bu nedenle tecrübe daha önemli gibime geliyor.

İlk kaktüse baktığım zamanlar üniversitede öğrenci olduğum döneme denk geldiğinden bir öğrenci evinde odamın başköşesine koyuyordum.  İnanın yıllarca gündüzleri cam kenarına, akşamları da içeriye alıp sürekli yerini değiştiriyordum. Yavaş yavaş bitkinin yerini bu kadar sık değiştirmenin iyi olmadığını gördüm. Zamanla yerini daha sabit bir yerde tutmak daha iyi geldi. Mevsimsel olarak belli bir yer belirlemek de buna dahil olabilir.

Sulama konusunda biraz rahat olabilirsiniz. İlk zamanlar kaktüsü sıkboğaz yapıp 1-2 hafta bir suladığımı biliyorum. Zamanla 2-3 haftada bir ve hatta bazen ayda bir sulamanın daha faydalı olduğunu gördüm. Özellikle kış aylarında yaz aylarına göre sulama sıklığını oldukça düşürülmeli diye düşünüyorum. Bunun nedeni sadece yaz aylarında bitkinin sıcaktan daha çok su isteyeceği için değil; ayrıca kış döneminde bitkinin uyku dönemi gibi bir döneme girdiğini bunu da küçüldüğünü, diken uçlarının kuruduğunu görerek anlayabilirsiniz. Bu ikinci sebepten ötürüdür ki sulama sıklığının azaltılması kaktüsün zararına değil de yararına olmaktadır. Bunu da ben kış ayının içinde kaktüsün böyle bir uyku döneminden sonra çiçek açmasından farkına vardım. Eğer ben bu uyku döneminde kaktüse sıklıkla su vermeye devam etsem kaktüs sürekli rahatsız olacak belki yeşil kalmaya devam edecek ama çiçek açmayacak. Yani kaktüsü düzenli olarak öyle bitki bakım direktiflerinde yazan düzenli sulama, yerini değiştirme vb. gibi uygulamalarla rahatsız edilmemesi gerektiğini anladım.

Bazen bana kaktüsüne bunca senedir nasıl güzelce bakıyorsun diye soruyorlar. Ya da kaktüsüne bu kadar sıklıkla nasıl çiçek açtırıyorsun diye de soruyorlar. İnanın ben de tam bilmiyorum. Kaktüsün değişiminden dilini biraz anlar oldum diyebilirim. O da benim kendisini sevdiğimi anladı. Birbirimizi unuttuğumuz günler oldu, yanı başıma aldığım günler de oldu. Ama o her şeye rağmen bana küsmedi. Sevgisini sürekli çiçek açarak göstermeye devam ediyor.

 

*9 yıllık kaktüsümün yıllara göre gelişimini aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz.



Öylesine Bir Yazı


Değişen hayatlarımızda kendimizi hapsetmek zorunda kalmamız bana insanoğlunun acizliğini hatırlattı. Dünyaya kafa tutsan da unuttuğumuz yumuşak karnımız vardı. Sokakta yürürken sanki yıllardır buradan uzakta kalmışım gibi hissediyordum. Halbuki daha önceden o sokaktan defalarca geçmiştim diye düşündüm. Yalnız bir farklılık seziyordum. Yolun bazı yerlerinden otlar çıkmış, apartmanların duvarlarını sarmaşıklar örmüş, metro girişi kapalıydı. İlerledikçe daha önce çocuk parkı olduğunu düşündüğüm yerde durdum. Gözlerimi kapattım ve derince bir nefes aldım. En son ne zaman böyle havanın bu kadar temiz ve güneş ışıklarının bu kadar güzel yere vurduğunu hatırlamıyordum.

Rüzgarın da bir sesi olduğunu, yağmurun toprağa düşünce güzel bir kokusu olduğunu, kuşların kendi halinde takılırken güzel sesler çıkardığını uzun zamandır farketmemiştim. Anımsıyordum fakat zihnimdeki yeri bir film karesinden farksızdı.

Ne olmuştu da dünyaya yeniden gelmiş gibi her şeyin farkına varmaya başlamıştım. Bilmiyordum. Her şey bir anda olmuştu. İnsanlar neredeydi. En son televizyonlarda evden çıkmayın deniyordu. Anlaşılan herkes bu karara uyuyordu. İçimde sanki yalnız kalmış gibi his vardı. Yalnızlığa terkedilmiş sokakları bitkilerin kaplamış olmasından içimdeki hissi kuvvetlendiriyordu.

Yol kenarındaki terkedilmiş mağazalara ve sokaktaki eskimiş afişlere bakarak zamanı ve tarihi öğrenmeye çalışsam da nafile idi. Bir anda kolumdaki parlak, muadillerine göre ağırca olan metal saatime bakmıştım. Saatin pili bittiğini gördüm. Daha sonrasında saati öğrensem bile bir işe yaramayacağı kanısına vardım. Bulunduğum her an zamandan soyutlanmış, boş bir zamanla sınırlı değildi. Bazı şeyleri hayal meyal hatırlıyordum. Mesela bir kitabı okurken hissettiğim anı; ancak o an, kaygı içeren bir o kadar da mutlu olmaya çalıştığım zamandı.

Anlıyorum ki şimdi her şeyi atlatmış gibi hissediyordum. Yeniden doğmuş gibi şimdi bütün dünya. Eskiden yapılan hataların üstüne bir toprak atılıp daha iyi adımlar için bir fırsat artık. Tüm bunlar bize tarihin tekerrürden mi ibaret olduğunu, yoksa üstüne ders alıp tekerrür zincirini kırmak gerektiğini mi bize hatırlatıyordu.



Bir Adım Attın Mı?


İnsanlar tamamen değişmek istemektedir. Bir insanın tamamen değişmesi mümkün değildir. Yaşadığın her yılı üst üste koyarak bugünlere gelmişsindir. Temelini çoktan atmışsındır. Temeli sarsarsan bina yıkılabileceği gibi sen de yıkılırsın. Yani öyle hevesle yapılan hareketler bize kalıcı çözümler vadetmeyecektir. Sen bir adım atmışsındır ve daha sonrasında farketmeden eski haline dönmüşsündür. Sormak lazım acaba sen ne kadar kendini zorladın veya ne çaba gösterdin? 

Belki de kabuğunu kırıp dar çevrenden daha başka çevreler edinmen gerekmektedir. 3-5 kişi gibi dar bir çevren varsa zamanla sen de onlar gibi olacaksındır. Kapasiten olsa bile onlarla zaman geçire geçire kendini artık geliştirmek istemeyeceksindir. Yeni çevreler edinip kendini onlarla kıyaslayıp daha da geliştirmek isteyeceksindir. Değişim için sihirli değnek değmesini beklemeyin öyle. Siz bir adım atın. O adım belki başkası için küçük olacaktır. Fakat sizin için belki anlam ifade eden büyük adım olacaktır. Siz küçük küçük adımınızı atın, zamanla birikir sizin için güzel şeyler ifade eden kazanımlar olur. Başlamak bitirmenin yarısı derler. Bu zamana kadar belki oturup 1 kitap bitirmemişsindir. Günde yarım saat kitap okumayı istiyorsan bir başla. İkincisine kendini zorla. Üçüncüsüne okumaya engel olan şeylere karar var. Dördüncüsüne hayatında okumana engel olan şeyleri çıkar ve kendini yine zorla. Beşincisinde artık kendin her gün yarım saat kitap okumak isteyeceksindir. Güçlü irade örneği bu olacaktır. Bu bir basit örnek ve her konuda benzer adımlar atabiliriz. Blog okuyucusuna kitap okumak dışında başka ne örnek verilebilirdi ki?

İşin özü zaman zaman yeni çevreler edin. Üstüne bir şey yapmak için sürekli küçük de olsa bir adım atın. Adım atmasanız yerinizde sayar ömrünüzü öyle tamamlarsınız. Sabırla belirli bir süre başkası için küçük adımlar atarken bir bakmışsın insanlık için de atarken kendinizi bulmuşsunuz. 

Çok Hızlı Geldin Yeni yıl


Uzun zaman olmuş bloğuma yazı girmeyeli. Elbette kendimce bazı sebepler var. Yalnız uzun yıllar her şeye rağmen yazısız bırakmadığım bloğumu öylece kendi kaderine bırakmış oldum. Hayatı planlı yaşamaya çalışsan da bazı şeyler geliyor o planları bir bir bozuyor. Ne demiş John Lennon; “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” Öyle başıma bloğumun şifresini unutma gibi fena şeyler de gelmedi. Yeni işe başlama, kısa dönem askerlik derken kafam allak bullak olmuş. Kısacası zaman buladım diyebilirim. 

Kitap okumayı, bir şeyler karalamayı, takip ettiğim blogları okumayı, en önemlisi bloğumu özlemişim. Hep söylüyorum, blog yazmayı seviyorum. Blog dünyasına bakıldığında sosyal medyanın kurbanı olduğunu görünce üzülüyorum. Bloglarda duygu, his ve samimiyet var. Öyle kaç kişi takip etmiş veya kaç kişi like atmış gibi bir düşüncesi yok. Yıllarca yazılmış öylece yalnız başına bekleyen blog sayfalarının yazılarını görünce hem seviniyorum hem de üzülüyorum. Sevincim sabırla, samimiyetiyle birileri görmese de olur edasıyla yazmış ve yazmaya devam eden blog yazarları var. Üzüntüm de bu gibi güzel blog yazarlarının en azından bir yorum yapılarak teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hayat blogtan ibaret değil. Günlük sıkıntılar yazmaktan alıkoyabilir, istese de imkanı olmayabilir. 

Bir yılın daha sonuna geldik. Yılbaşı, yıl sonu veya yıl ortası gibi gibi günlerin hayatımızda bir önemi yok. Bu gibi kavramlar zamanın geçtiğini bizlere hatırlatıyor. Sadece yeni yıl için sağlık, mutluluk ve huzur dilemek hata olur. Yılın herhangi bir zamanında da bu dilekleri herkes için dilerim. Bence zararın neresinden dönersek bizim için kardır diyerek yeni yıl için kararlar alın. Bu hem kendiniz için hem de etrafınızdaki seviğiniz insanlar için de olabilir. Bunlar; sağlığın için, kendine ve etrafındakilere karşı yanlış davranışlarını değiştirmek için, hobi edinmek, kendi yeteneklerini geliştirmeye yönelik olabilir. İşte o zaman yeni yılınız o iyi dileklerle kalmamış bir fiil haline dönüşmüş olur. 


Tanısaydın Belki Severdin


Ne yapalım böyle ise böyledir. Yapacak bir şey yok. Buna da razı olup diğer razı oluşlarının yanına koy.

Sessizlik..

Ne kimsenin kimseye emek verecek sabrı, ne başka birine ayıracak vakti, ne de tanımak gibi bir isteği var. Her şey kendiliğinden hazır olsun, onu rahatlıkla alayım ve tüketeyim derdi var. "Sen ailenin yanında rahat mı büyüdün?" diye sorarlar. Herkes kendi ailesinin el bebeği veya gül bebeğidir. Herkes kendini bulunmaz hint kumaşı sanar. Sanar sanar ama sadece sanar. Herkes kendi dünyasının kralı, padişahı, siz adını ne koyarsanız koyun ondan sanar.

"Gerçekten tanımak ister miydin?" diyor sakince.

Bilmiyorum. Bildiğim bir şey seni görmek istediğimdir. Sen zavallı biri değilsin sadece komiksin diye ekliyordu. Ne yazık ki gururunu kıramıyordu. Dedim ya herkes kendi dünyasının kralıdır. Kendisi kral olunca başkasını piyon olarak kullanıp oyundan erken ayrılmasını rahatlıkla sağlayabilir. Piyonlar bir bir oyundan ayrılınca oyundan ayrılma sırasının kendisine yaklaştığını farketmiyordu. Bazı şeyler alışkanlıktan olsa gerek içten istemese de bazı konularda çevresine güzel gözükmek için için kendisinde bir zorunluluk hissediyor.

Önce sen diye yaklaşıyor. "Siz?" diyor susuyor çaresizce bakınıyor etrafına. Daha sonrasında sadece uzaktan bakıyor. Elini uzatır gibisinden havaya kaldırmaya yeltenirken bir anda benliğine yenik düşüp kendisini ucu çıkmaz bir sokağa bırakıyordu. 



Bayramlar Mı Eskidi Bizler Mi Yaşlandık


Bayram demek tatil demek değildi. Üç günlük bayramlar daha fazla tatil yapılsın diye haftasonları ile birleştirilip dokuz gün tatil yapılmazdı. Yani bayramlarımız tatil için değil, gerçekten bayramdı bizler için. Bayram sabahları erkenden kalkılır. Bayram namazı için caminin yolu tutulur. Namaz sonrası evde bayramlaşma heyecanı içinde büyük küçük herkes sıraya girerdi. Küçükler büyüklerin ellerini öperdi. Aradaki kırgınlıklar unutulur. Kıskançlık ve haset nedir bilmezdik bayramlarımızda.  

Kapı kapı dolaştığımız evlerimiz vardı. Gittiğimiz kapıdan, çaldığımız zilden emindik. Kapılar muhakkak açılır ve çocuklara harçlık, şeker verilmeden gönderilmezdi. Kapılar çocuklara ardına kadar açıktı. Çocuklar mutlu mesut bayramı yaşardı. Bir sonraki bayramlar dört gözle beklenirdi. 

Peki ne oldu bizlere? Bayramlar mı eskidi bizler mi yaşlandık.

Bilir misiniz şarkıcı İbrahim Sesigüzel'i? O yıllara özlemini "Mutlu bayramlar vardı, Kimbilir nerde kaldı." diye ne güzel şarkısında dile getirmiş.

Benim balonlarım vardı
Onları kimler aldı
Mutlu bayramlar vardı
Kimbilir nerde kaldı

Dostumdu benim balonlar
Çocuklar beni anlar
O çocuklar ve o balonlar

O çocuk yüzlü bayramlar şimdi nerdeler
Hani nerde o ışıklar çocuksu sevgiler
Gitti mi yoksa yine gelir mi o günler
Nerde kaldı masallar sevgiler günler

Söylenen bütün masallara inanırdık
Onlar mı bizi kandırdı biz mi aldandık
Bayramları bekler bayramları yaşardık
Bayramlar mı eskidi bizler mi yaşlandık
 

Acı Bir Kahve Tadında Yazı



Merhaba,

Bugün 1 Nisan ve şaka gibi gün olduğunu belirtmeyeceğim. Birkaç gündür soğuyan ve hatta kar yağışlı günlere rağmen bugün hava ısınmaya başladı. Arka bahçedeki ağaç çiçek açmış. Çiçek açan ağaçları görünce insanın yüzüne güzel bir tebessüm düşüyor. Ölmüş, gri ve soğuk bir hale dönmüş doğanın yeniden canlanmasını izlemek kadar keyifli bir şey yok. En azından camımın kenarında duran kaktüsten bile baharın geldiğini anlayabiliyorum. İnanır mısınız kaktüsümün üzerinde otuzdan fazla çiçek tomurucuğu var. Kendisi küçücüktü ve yedi yıldır o kaktüse bakıyorum. Şimdi bana fazlaca çiçek açarak teşekkür ediyor. Bazıları kaktüslerin yılda 1 veya 2 kez çiçek açtığını söyler ama kaktüsüm yılda 4-5 kez açıyor. Kışın bile çiçek açtığını görüyorum.

İyi misin?

Havalar bir ısınıp bir soğuyor. Aman dikkat edin ve sıcak havaya kanıp yanınıza mont almadan çıkmayın. Buna dikkat etmeyen çok fazla insan var ki etrafımındakilerin çoğunu şu an hasta olarak görmekteyim. Bu yazıyı okuduğunuzda belki Mayıs ayında olacağız ama o zaman da bir soğuyan bir ısınan havaları büyük ihtimalle görmeye devam edeceğiz. Hatta kar yağdığını bile görebilirsiniz. Çünkü Nisan ayının ortasında buraya az da olsa kar bile yağdı.

Nisan ayının sonuna doğru Ramazan ayına girmeden evde tam teşekküllü bir bahar temizliği yapıldı. Temizlik kelimesinin her türlüsü güzel. İnsanın içi açılıyor. Evdeki çiçeklerin bile saksılarını ve topraklarını değiştirdim. Bahar gelince çiçeklerimin de bir güzel rahatlamasını istedim. Böylece daha güzel ve daha çok çiçek açacaklar. Bahar ayını severim ama kış ayları da güzeldir. Hep kış veya yaz olsaydı o zaman da sıkıcı olurdu. Her şeyin tam kararında olması her zaman daha güzeldir.

2017 yılının yaz ayından beri beklediğim dizi Game of Thrones'un final sezonu nihayet bu ay yayınlanmaya başladı. 6 bölümden oluşacak bu kısa sürede biraz Netflix dizi serüvenime ara vermek iyi olacaktır. Eğer ara vermezsem Netflix'te izlesem de olur izlemesem de olur denilir tarzda yani tabirimle çerezlik dizilerle haşır neşir olacağım. Buna hiç gerek yok.

Biraz da günün önemine dikkat çekelim.

İnternet üzerinde gördüğüm bir video'da halka basit bir soru soruyorlar. Bu soru sadece ''23 Nisan'da neyi kutluyoruz?'' Çoğu kişi neden kutlandığını bilmiyorum veya cumhuriyet'in kurulması ile karıştırıyor. Meclis açıldı diyebilen pek olmamış. Birine tarih dersi vermek haddime düşmez ama sanırım bu durum benim canımı biraz sıkmış olacak ki azıcık açıklama ihtiyacı duydum. Eksik isem beni tamamlarsanız memnun olurum.

1. Dünya savaşından yenik ayrılan Osmanlı devletinin topraklarını işgale başlayan itilaf devletlerine karşı bir an önce milli mücadelenin başlatılması için Anadolu'ya geçen Mustafa Kemal ve subay arkadaşları yayınlanan bildiriler ve yapılan kongreler sonunda halkında da desteğini alarak işgal bölgelerinden uzak yani 23 Nisan 1920 yılı Ankara'da bir meclis kuruldu. Meclisin açılışı milletin egemenliğinin somut bir göstergesi olmuştur. Bu meclis daha sonra cımhuriyeti ilan ederek ülkemizin temel yapıtaşı olmuştur. Yani 23 Nisan  1920 Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilân ettiği tarihtir. Mustafa Kemal Atatürk, 23 Nisan 1924'te 23 Nisan gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiştir. Bu tarihten 5 yıl sonra 23 Nisan 1929’da Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etmiştir ve 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır.

Sanırım bu bilgileri ilk defa ilkokulda iken bana öğretilmişti. Eskiden haftalar öncesinden her okuldan öğrenciler birleşir  bu milli bayramları kutlamak için stadyumlarda etkinlikler düzenlerdik. Ben mesela okul çağımda defalarca milli bayramları kutlamak için renkli karton panolarla yazılar yazdığımızı ve okulun bando takımına severek katıldığımı biliyorum. 23 Nisan, 19 Mayıs veya 29 Ekim yaklaşırken heyecanla ve isteyerek gösteri çalışmaları yapardık. Şimdi ise günün anlam önemini hatırlayamayan veya ilgisiz nesiller yetişmesi acaba nedendir?


Tarihlerini bilmeyen milletler, yok olmaya mahkumdur. - Mustafa Kemal Atatürk.



30'a 1 Kala

 

Son zamanları burayı biraz ihmal ettim biliyorum. Sanırım bir şeylerin olmasını bekler gibiydim. Artık 29 yaşındayım. 30'a 1 kala da denilebilir. Kendimi bu yaşa geldiğimde bambaşka düşünürdüm ve ne kadar uzun bir zaman var gibi gelirdi. Şu an halimden memnun musun derseniz memnun olmadığım anlamına gelmez ama ben yine de hayallerimin peşinden koşmaya çalışıyorum. Kimse bilmese, görmese de çalışıyorum. 

Bazen diyorum keşke kendimi bu kadar dinleyen biri ve karşındakini hep kendi yerine koyan biri olmasam. Keşke karşındaki insan için komplike ve ince düşünen biri olmasam. İnsanın yaradılışı gereği her insanın yapısı farklıdır ve bazı şeyler elinde değildir. Deniyorum.. Çünkü zamanla insanlar seni yıpratıyor. Sanırım 10 yaşımda da 20 yaşımda da kendimi çoğu zaman 40 yaşında hissettim. Şimdi de sorsanız aynı şeyi söylerim. Ortaokul fen bilgisi öğretmenim ve lise almanca öğretmenim bile aileme yaşıma göre biraz fazla mülayim ve ağır başlı biri olduğumu söylemişlerdi. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum

Yanlış insanlar ile yanlış yerde olmak ve gereksiz şeylere özür dilemek için hayat kısa. Hayat kısa, çılgınlar gibi yaşamak da çözüm. Sırt çantamı alır, oh mis gibi dünyayı gezerim de diyebilirsin. Tüm sorumluluklarını reddedip bir yerlere kaçabilirsin. Yalnız kendi iç muhasebenden kaçamazsın. 

Sen insanları sev. Kardeşini, dostununu, akrabalarını ve tüm insanları sev. Onlar senden uzak duruyorsa ve sadece çıkar için yanında ise takma! Sen yine de onları karşılıksız sev. Yeter ki severken incitme, kırma ve kendin ol. Her yaşını doldurduğunda insanlar ile kötü olma. Eğer aksini düşünürsen merak etme! Hayat her zaman devam edecek bazen hep birlikte bazen de yanındaki eksiklerle. İyi düşün, taşın.. Belki de bu son fırsatın olabilir.

Sonuçta yaşadığın her şey senin seçimin, sonunda hakettim bunu diyebilmek ne büyük huzur. Unutma kendi değerini de bil.

Tabii hayatımda her şey bu kadar karışık değil. Bunlar sadece benim kendi iç dünyamda bocaladığım bazı şeyler.

Biraz basit şeyler söyleyim. Klasik şeyleri yapmayı severim. Etrafımdakiler elit şeyleri sevdiğimi söyleseler de ben kendimi sade biri olduğumu düşünüyorum. Benim bir bozuk para ve bir de posta pulu koleksiyonum var. Bir de daha önceden bir dönem yapıp daha sonra ekipmanlarım olmadığı için yapamadığım ebru sanatı var. Yeni aldığım ebru teknem, boyalarım ve fırçalarımla umarım kendimi daha da geliştiririm. Bir işi yapmaya karar verirsem kesinlikle o işi yaparım. Galiba kendimin neyi sevip sevmediğimi o kadar iyi biliyorum ki bir şeyi yaparken sıkılıp yarım bıraktığım çok nadirdir.

İlk blog yazımı 2012 yılında paylaşmışım ve şimdi bu yazıyı 2019'da paylaşıyorum. O zamandan bu zamana çok şey değişti. Tek değişmeyen güzel şey bloğumda yazı yayınlarken beni her zaman mutlu hissetirmesi.

Y.A.

Plastik Poşetler Neden Bu Kadar Tartışma Konusu Oldu?


Bu yazıyı plastik poşetler paralı olmadan önce yazacaktım fakat bir kenara çekilip biraz bekledikten sonra çevremdeki insanların tepkisine şöyle bir bakmak istedim. Plastik poşetler paralı oldu. İyi ki de insanlarımızın tepkisine bakmışım. Tahmin ettiğimden daha fazla tepki gelince şaşırdım. Bir röportajda vatandaş, markete o kadar para veriyoruz bir de bunun için mi verelim?, demesi açıkçası çoğumuzun bu işin ehemmiyetinin farkında olamadığını gösterir. Bir plastik poşet düşünün ve doğaya yani toprağa atarsan poşetin kalınlığına bağlı olarak  500 ile 1000 yıl arasında kayboluyor. İki günde bir poşet kullanıp attığınızı düşünün ve bunu ömrü boyunuzca yaparsanız doğaya verilen zarar bir kişi için bile hesaplanamaz hal alıyor. Doğada poşetler bin yılı bulan çözünme süreci geçirirken içindeki kimyasallar toprağa veya suya sızıyor. O topraklarda tarım yapılsa, o sular içilse toplumlara bir sürü sağlık  problemlerine sebep olacak. Herkes çocuğuna iyi bir gelecek sunmak istiyor fakat kimse kendisinden sonraki 4-5 neslin geleceğini düşünmüyor. Bir de bu işin doğadaki hayvanların plastikleri yemesi veya üstüne takılıp onlara zarar vermesi boyutu var.

Bir başka röportajda paralı poşet uygulamasını kabul eden vatandaş bu sefer olayı kendisine fayda yerine ceza gibi gördüğünden, poşete para veriliyor lakin bizim para verdiğimiz şeyin üstünde neden kendi reklamlarına izin veriliyor, demiş. Marketlerin reklamlarını yaptığımız için marketlerin bize para vermesi lazım denmiş. Bir poşeti bu kadar laf söz edeceğimize neden kimse yanına bir bez çanta almayı düşünmüyor?

2012 yılında yaz aylarında İsveç'e gitmiştim. Şöyle yaşayacağım şehrin etrafını göreyim diye dolaşırken markete girmiştim. Su ve birkaç bir şey alıp kasaya geldiğimde bana poşet ister misiniz diye soruldu. Neden soruyorsunuz diye sorunca paralı olduğu yanıtını almıştım. İlk başta ben de şaşırmıştım. Çünkü hayatımda ilk defa böyle bir uygulama ile karşılaşmıştım. Daha sonra hiç yadırgamadan sonraki alışverişlerim için hep çantamla markete gitmiştim. Geri dönüşüm bilinci daha önceden oluşmuş olduğu için kimse poşetlerin üstünde marketlerin amblemi var demiyordu. Tüm satılan poşetlerde satan marketin amblemleri gayet vardı. 2012-2013 yıllarında sadece marketlerde poşetler paralı idi. Daha sonra haberlerde öğrendiğime göre 2016 yılında ülkede mağazalar da dahil olmak üzere tüm poşetler paralı olmuş. 

İsveç'te Plastikleri ve Tenekeleri Geri Dönüşüm İçin Toplama Makineleri - Fotoğraf: Janerik Henriksson

İsveç'te gördüğüm ve gördükten sonra 2012 yılından beri Türkiye'de de istediğim şey tüm marketlere cam, teneke ve plastik şişelerin geri dönüşüm için toplayan makinelerin konulmasının zorun olması. Makineye 33 cl, 0.5 litre, 1litre, 2 litre, 2.5 litre gibi tüm ebatlarda şişeler atılıyor ve karşılığında makbuz yoluyla size para veriliyor. Bu makbuz ile ister para ile poşet alın isterseniz de market alışverişinizden düşsün. Benim yaptığım bir seçenek olan bir yardım kuruluşuna da bağışlayabiliyordunuz. Bu yolla hem vatandaş geri dönüşüm yapması için teşvik ediliyor hem de istediğiniz gibi kullanabileceğiniz az da olsa bir miktar paranız oluyor. Türkiye'de paralı poşet uygulamasını ilk defa duyunca yadırgamadan güzel bir uygulama ama yetmez daha fazlası gerekir diye düşündüm. Satılması için daha fazla yeni poşet üretilmesin, toplanan  pet şişelerden geri dönüşümle elde edilsin. Plastiği hayatımızdan atamayız ama geri dönüştürerek doğayı kirletmesine izin vermeden bazı alanlarda tekrar kullanmaya çalışabiliriz. 

Neden hep İsveç'ten bahsediyorsun derseniz bu söylediğim yolla ülkede çöp kalmamış. Yanlış duymayacaksınız ama yurtdışından çöp ithal eden ülke haline gelmiş. Ya geri dönüştürmüşler ya da elektrik üretmişler. 


Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda belirtirseniz sevinirim.



Çocukça Şeyler

Çocukça Şeyler

Bugün okulun ilk günü. Üç aylık tatil geçip gitmişti. Bir anda kendimi kilometrelerce uzakta yeni bir şehirde bulmuştum. Daha bir hafta öncesine kadar palmiye, limon ağaçlarının arasından ayrılmış ve kendini bir anda sonbaharın çoktan geldiği soğuk bir yerde bulmuştum. Apartman dairesinde kendini bilmiş bir çocuk için bahçeli bir eve taşınmak gerçekten çok farklı bir şeydi. Bahçesi büyükçe ve yaklaşık 50-60 yıllık bir eve taşınmıştık. Burada bulanan evleri zamanında Almanlar yaptığı için farklı bir mimarisi vardı. Panjurlu pencreleri ve bir de yuvarlak penceresi olan evi çocuk aklı ile sanki masal kitaplarından çıktığını düşünmüştüm. Havasını biraz karanlık ve serin gördüğü şehirde mahallede arkadaş olabileceği kimse bulamadığından kendini bir anda yalnız hissetmişti. Oysa geldiği yerde her yerden çocuk sesleri geliyor, birçok arkadaşı vardı. 

Bugün okulun ilk günü. Aslına bakarsanız benim için okulun ilk günü idi. Babam beni il­kokul birinci sınıfa kaydetmek üzere okula götürdü. Taşınma sürecinden okulun ilk gününü kaçırmıştım. Düşünüp arkaya bakınca aniden yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni arkadaşlar içinde kendini bulmuş küçük yaştaki bir çocuk için kolay bir durum değildir.

Karşı kapıdan bana doğru gelen birini gördüm ve gelen öğretmenimdi. Önce benimle tanışmak istedi ve neşeli tavırla eğilip sarıldı. Sonra beni kalabalık bir sınıfa götürdü. Gördüğüm kadarıyla burada herkes daha öncesinden birbirleriyle tanışıyordu. Son yazımı geçirmiş olduğum ve bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm şehri düşünün­ce okul bana o denli halsiz göründü ki! Arkamda bıraktığım kilometrelerce uzakta olan arkadaşlarımı düşünüyor, onları bir daha göremeyece­ğime üzülüyordum. 

İçimden, "İşte sana ilk gün. Sanırım derslere başlamışlar. Derste ne öğreneceğimizden bile habersizim" diye geçiriyor­dum. Çıkışta evin yolunu öğrenmeye gerçekten de ihtiyacım var­dı. Çünkü daha birkaç gün önce şehre gelmişiz. Çıkışta okuldan beni almaya almaya geleceklerini düşünüyorum. Anaokuluna giderken arkadaşlarımla kendim gidip gelebiliyordum. Burada kimseyi tanımadığımdan önce bazı şeyleri kendim sıfırdan tekrar öğrenmem gerekecekti. 

Gel zaman git zaman yavaş yavaş şehri öğrenmiştim. Sınıftan birinin evimin yakınında oturduğunu öğrenmiştim. Bu arkadaş birgün sınıfta kendisine yeni bir bilgisayar alındığından bahsediyordu. O kadar çok övüyordu ki her şeyi yapabildiğini iddia ediyordu. Sınıftakiler gerçekten merak ediyorlardı. Bahsettiğim dönemde siyah beyaz ekranlı cep telefonları dahi yoktu. Biz o zamanlar çocuk halimizle hayran hayran hikayeleri dinlerken bahsedilen bilgisayar hakkında büyüklerin çoğu bile ne olduğunu bilmiyordu. Çünkü o zamanlar bilgi alabileceğimiz internet yoktu ve hatta okulda sadece bir bilgisayar vardı. O bilgisayar da müdürün odasında cam duvarın ardında durduğundan ulaşılamaz ama her şeyi yapabildiğine inandığımız bir cihazdı. Bir gün bilgisayara sahip olan çocuk ile birlikte eve giderken beni evine çağırdı. 


Çocuk aklı ile bu müthiş bir olaydı. İlk defa bir bilgisayara dokunacaktım. Eve geç gideceğimi aileme haber etmem için eve gitmem gerekirdi. Bu fırsatı da kaçıramazdım. Biraz bilgisayara bakar hemen eve geçerim dedim. Çocuğun evine gittik, monitorun altında yatay bir şekilde konmuş kasadan bilgisayarı açtı. Çok iyi hatırlıyorum bilgisayar bozulacak diye kasasına dahi dokundurmamıştı. İşletim sistemi windows 95 olduğunu hatırlıyorum. Oyun açacağım diye disket denen şeyi takmıştı. Birşeyleri kurcaladı ama pek bir şey de yapamamıştı. Kasadan disketin çıkardığı tak tük diye seslerden başka bir şey anlamamıştım. Çocuk olduğumuz için zaman duygumuz pek yoktu. Zaman hızlı geçmiş fakat aklımda muhteşem olarak hayal ettiğim bir cihaz benim için artık  işe yaramaz bir şey olarak gözükmüştü. Eve doğru koyulurken çekiniyordum çünkü hava kararmaya başlamıştı. Bir şey anlamadığım bir cihazı görmüş, hayatımda belki ilk defa ailemden bu kadar çok azar işitmiş olarak günüm geçmişti. Ben kayboldum diye her yere sormuşlar. Belki taşınalı bir ay bile olmamış bir yerde çocuklarnı kaybetme düşüncesini şimdi düşününce akıl bile alınamaz. Çocuk halimle aileme karşı kendimi çok mahçup hissetmiştim. Nedeni ise ilk defa yüreklerini hoplatacak bir hareket yapmıştım. Çocuk aklıydı ve anlamsızca merak edeceklerini bir an bile düşünmemiştim değil, düşünememiştim.

Burada ben küçük yaşta hatırladığım bir tecrübeyi size aktarmış olabilirim. Ben biraz iyi niyetli insanlarla veya biraz bencilce de olsa sınıf arkadaşımla karşılaştığım için de şanslı olabilirim. Eğer bu yazıyı okuyup çocuğu olan okurlarım varsa hattime düşmez yine de çocuklarınıza dikkat edin. Yedi yaşında okula yeni başlamış çocuklar dünyayı ilk defa tanıdığı için merak duyguları gelişmiş oluyor. Onlarla sürekli sohbet edin ve ilk tecrübelerine siz şahitlik edin. Özellikle küçük yaşta okul değiştirmiş veya şehir değiştirmiş aileler çocularınızın ruh halini düşünün. Ona göre hareket edin.

Bilgisayarı olan çocuk ile o günden sonra pek arkadaş olmamaya çalıştım. Her şeyi abartılı anlatıp hiçbir eşyasına dokundurmamaya devam ediyordu zaten. Hikayemize de burada son verelim.


Y.A