Araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Araştırma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Eğitim Sistemi Nasıl Gelişir?


Eğitim sistemininin gelişmesi demek çocuk 5 yıl okusun veya 10 yıl okusun diyerek olmaz. Ya da müfredata şunu ekleyelim veya bunu çıkaralım diyerek de olmaz. Çocuklarımızı aşırı çalıştırarak ve eve düzinelerce ödev vererek de olmaz. Bu sadece eğitim gören gençlerimiz için nefret ve bıkkınlık sebebidir. Ben biraz da kitap okumayan nesillerimizin yetişmesinde öncülüğünü eğitim sistemimizin öğrenciyi aşırı bunaltmasından kaynaklandığını düşünüyorum. İsterseniz siz bu şekilde düşünmeyebilirsiniz.  İnanın çoğu mezun öğrencimizden duyacağınız laf şu okul bitsin de bak bunu, şunu yapacağım diye peş peşe eklediğini göreceksiniz. Akıllarımıza öğrenmenin sıkıcı olduğu kodlanmışken sanırım mezuniyet sonrası  çoğu şeyi akışına bırakıyoruz.

Bu şekilde düşünmemin sebebi mühendislik eğitimimin bir dönemini İsveç'te geçirmem ve orada tanıdığım İsveçli arkadaşlarımı gözlemlerimdir. O gözlemlediğim arkadaşlarımın hepsi benim gibi çoktan mühendis olmuş durumda. İsveçli arkadaşlarıma bakınca Türkiye'deki öğrencilerin daha fazla şey bildiğini ve bir o kadar da zeki olduğunu iddia bile edebilirim. Peki neden eğitimde İsveç dünyada ilk sıralarda yer alırken biz sürekli eğitimde sorunlar yaşayarak bu listede sonucu durumdayız? Gözlemlerim mühendislik bölümü veya sayısal bir bölümün eğitimi için geçerli olacağını düşünüyorum.

Okullarımıza bakarsanız gerek yazılılarla gerekse sözlülerle öğrencinin bir şeyi o anda yapıp yapamamasını ölçüyoruz. Formülleri veya hesapları sırasına göre ezberleyip geçiyoruz. Öğrencinin bir konuyu ne için ve nasıl yapıldığını öğrenmesi bence daha önemli. İngilizler Hindistan'ı sömürürken zeki öğrencilere devasa logaritma tablosunu ezberletmiş. Burada zeki öğrencilerin düşünmemesini sağlayarak zekalarının körelmesine ve eğitim için fazla enerjilerinin kalmamasına sebebiyet vermek istenmiş. Bu konuda olması gereken bana göre sınavlarda kitaplar, defterler açık olmalıdır. Sorular ise düz mantıkla sorulmamalı. Mesela tersten veya biraz değiştirilmiş olarak sorulmalıdır. Önemli olan bir şeyi ezberlemek değil eldeki olanlarla öğrencinin neler yapabildiğini öğrenmesi ve çıkarımlar yaparak sonuca ulaşabilmesidir. Sonrasında Türk halkı okuduğunu anlamıyor diye bir haber ortaya çıkıyor. Evet, 2016 yılında yayınlanan habere göre kendi dilinde okuduğunu anlamada ülke olarak dünyada 72 ülke arasında 50. sıradayız. Burada temel sorun son bahsettiğim şeydeki gibi biz okuduğumuzu anlamıyoruz çünkü okurken elimize geçen verilerle ne yapacağımızı bize öğretmediler. Bu konuda bizi düşünceye sevketmediler. Bu ilk defa okuma yazma öğrenen bir öğrenciye harfleri öğretip ve bu harflerin yan yana gelerek oluşturacağı kelimeleri, cümleleri oluşturmak için nasıl yan yana getireceğini öğretmemek gibidir.  Dersi geçmek istediğinde kitabın bir sayfasını ezberlemenin yetmesi yerine yorum yapabilme kabiliyeti kazandırabilirsek okuduğumuzu da anlarız. Elimizdeki verilerle ne yapabileceğimizi biliriz. 

Ülkemizdeki eğitim konusunda eksiklikle ilgili bahsetmek istediğim bir konu daha var. Aslında bu problem çözülürse ülkemizdeki problemlerin çoğunun da çözüleceğini düşünüyorum. İskandinav ülkelerinin neden çoğu konuda  bu kadar fazla geliştiğinin göstergesidir. Eğitimde öğrenciye her zaman ben değil biz diyebilmeyi öğretmek gerekmektedir. İsveç'te bu anaokulunda üniversiteye kadar her daim eğitimde uygulanan ders işleme biçimi. İsveç'te hoca gelir dönem başında öğrencilerin 3'erli veya 4'erli gruplara ayrılmasını ister. Hoca gerekli gördüğü yerde grupların dengeli olması için küçük değişiklikler yapar. Bu gruplara derse göre her gruba birkaç farklı proje verir. Projeler derste öğrenilecek şeylerin hoca gözetiminde kullanmasını sağlamakta. Mesela hoca bir hafta ders işler diğer hafta gruplara verilen projeye dersteki öğrenilenleri uygulanması için öğrencileri serbest bırakır. Bir dönem sonunda o derste öğrendiklerini bir projenin tamamında kullanmışsındır. Müfredatlar da bir dersi konu konu değil de hocanın vereceği projenin tamamında o bilgileri kullanacak şekilde düzenlenmiştir. Asıl bahsetmek istediğim yere gelince takım çalışmasının öğrencilere öğretilmesi konusudur. Dersi geçmek veya kalmak grupça olmaktadır. Bu sayede projeler yapılırken öğrenciler grup arkadaşını destekler, iş paylaşımı yapılır. Çünkü öğrenci biliyordur ki ben üstüme düşeni yaptım, gerisi banane diyerek kendisi de dersten kalma sonucuna ulaşacaktır. Bu çalışmalar yapılırken öğrenciler öğretilenleri nerede nasıl uygulayabileceğini, toplum içinde bencil olmamayı, üstüne düşen görevi yapmayı, arkadaşlarının yerine kendini koyabilmeyi, başkalarıyla uyumlu çalışmayı, zorluklara karşı sabrı ve hatta insanlar arası iyi iletişim kurabilmeyi öğretmektedir.

İnanın İsveç'te eğitim görürken o grup çalışmaları sayesinde İsveçli arkadaşlarımla kısa süresinde daha samimi oldum. Ülkeye kısa sürede adapte oldum. Ayrıca grup çalışmalarında İsveçli arkadaşlarım ve hocamın mentörlüğü sayesinde o derste öğretilenler aklıma uygulamalı olarak kazındı. Bugün sorsanız üstünden yıllar geçmiş olsa bile o bilgileri hatırlamakla kalmayıp gerek duyulduğunda o bilgilerle ne yapacağımı ve nasıl kullanacağımı biliyorum. Bunu İsveç'te eğitim gördüğüm dönemde sadece 4 farklı derste 4 farklı grup projesi yaparak diyebiliyorum. 

Tüm eğitimimi İsveç'te tamamlama fırsatım olsaydı acaba nasıl olurdu diye aklıma geldikçe kendime sorarım.

Ben bunları düşünüyorum. Ya siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Y.A.

Kahve Hakkında Ayrıntılı Bir Yazı


Kahve içmeyi kim seviyor? Kahveyi sevmesiniz bile hayatınızda bir kez bile kahve içmişsinizdir. Yolunuz kahve ile kesiştiyse buyrun yazıyı okumaya başlayın.

Kahvenin keşfi Etiyopya'da Kaldi isminde bir çobanın keçilerini güderken hayvanlarının üzerinde gördüğü değişiklikler ve ne olduğunu öğrenmeye çalışması sonucu ortaya çıkmıştır. Kahvenin tarihinden ziyade bizi ilgilendiren ve belki ileride barista veya kahve gurmesi olmak isteyenler için ilk adım olarak ön bilgi amacı ile kahve 101 dersi niteliğinde yani kahve dünyasına ilk adım olacaktır. Kahveyi seven biri zaten bu açıklamayı hızlıca geçecektir.

Kahve yüzlerce türü olan bir bitkidir. Biz bu türlerin içinden Arabica ve Robusta olanları sıklıkla tüketiyoruz. İsveç'te değişim öğrencisi olarak gittiğim üniversite Linnaeus üniversitesiydi. Şimdi bunu kahve ile ne alakası var diyeceksiniz. Üniversiteye adını veren Linnaeus, biyolog ve fizikçidir. Günümüzde sıklıkla gördüğümüz birçok bitkilerin ve hayvanların sınıflandırmasını yapmış, ayrıca birçoğunu isimlendirmiştir. Arabica kahvesini de 1753 yılında tanımlamış. Arabica kahvesinin aroma ve lezzet değerleri Robusta kahvesine göre iyidir. Kahve dükkanlarında içtiğimiz ve aldığımız kahvelerin büyük çoğunluğu Arabica'dır. Robusta kahvesinin tanımlanması ise 1800'lü yılların sonlarına denk gelir. Robusta biraz sert olduğu için espresso yapımında kullanılabilir. 

Arabica en sık üretimi olan kahve çekirdeğidir. Kahvenin elde edildiği kahve bitkileri genellikle tropikal kuşak civarında yetiştirilir. Yani soğuğu sevmeyen bir bitkidir. Dünyada tüketimi fazla olmasına rağmen bir kahve bitkisi toprağa düştükten yaklaşık 3 yıl sonra meyvesini vermeye başlar. Meyvesi önce yeşildir. Sonrasında yavaşça kırmızıya dönmeye başlar. 

Topraktan Dünyaya Yayılan Lezzet
Kahvemiz toplandı, kırmızı dış kabuklarından ayrıldı, kurutuldu ve çuvallanıp dünya pazarına girmesi için yola çıktı. Şimdi elimizde yeşil çiğ halde kahve çekirdekleri var. Sıra kavurma işlemine geldi. Kahvenin çekirdeklerinin kavrulması değişkenlik gösteren bir süreçtir. Bu doğrudan kahvemizin tadını ve aromasını etkiler. Kahve dükkanlarından çekirdek şeklinde kahve aldığınızda üzerinde light, medium, dark roast diye yazdığını ve çekirdeklerimizin az, orta, fazla kavrulduğunu anlayabilirsiniz. Kahvenin paketlenmesi, saklanması bir kahvenin üretilip önümüze sunulması kadar önemlidir. Tadını ve üretildiği yöreye özgü barındırdığı aromayı korumasını sağlar. Hava, nem, ışık vb. faktörler ile buluşursa kahvenin özellikleri bozulmaya başlayacaktır. Bunun için kahveler satılırken genellikle valfli kahve paketlerine konur. Bu valf içeriden dışarıya hava geçişine izin verir, fakat dışarıdan içeriye hava geçişine izin vermiyor. Her şey güzel, hoş da bu kahveler satılırken üzerinde Kolombiya, Brezilya, Endonezya, Kenya, Etiyopya, Guatemala vb. gibi ülkelerin yazması olayını sorabilirsiniz. Tahmin edeceğiniz gibi üretildiği yerdir. Dünyanın öbür ucunda yerleştirilip ayağımıza kadar getiriliyor. Seviliyor ki bu zahmete herkes katlanıyor.

Bölgelere Göre Kahvenin Özellikleri
Kolombiya: Biraz asitli, çikolata tatları ve tropik meyvemsi

Brezilya: Benim ençok sevdiğim kahve olması ile birlikte ağır bir kahve değildir. Çikolatamsı tadı vardır. Türk kahvesi genelde Brezilya kahvesinden yapılır.

Endonezya: Bu yörede daha çok robusta kahve çekirdekleri yetiştirilse de bazı ünlü kahve zincirlerinde bulabileceğiniz Sumatra kahvesi Endonezya'da yetiştirilir. Ayrıca dünyanın en pahalı kahvesi diye bilinen Luwak kahvesi burada yetiştirilip ve üretilmektedir. Bir tür minsk kedisine ağaçlardaki taze kahve çekirdeklerini yedirerek  midesinde fermantasyona uğratılması sağlanıyor. Bu kahve çekirdekleri öğütülmeden dışkı yoluyla atılıyor. Kısacası taklit edilemeyen aroması ve üretim şekli olması sebebiyle Luwak kahvesi en değerli kahve olarak karşımıza çıkıyor. Siz denemek ister misiniz?

Kenya: Yüksek asitliliği  ve turunçgil aromasına sahiptir. Ağızda hafif ekşimsi tat bırakır.

Etiyopya: Daha çok meyvemsi aroması vardır. Yumuşak içimlidir. Kahvenin anavatanı olarak bilinir.

Guatemala: Küçük bir ülke olmasına karşın zengin aromalara sahip kahveler yetiştirilmektedir. Çeşitli meyve aromalarını içerebilir.

Kahvenin Demlenmesi
Kahvenin bölgelerine göre kendine özgü karakteristik özellikleri olduğundan bahsettiğimize göre şimdi de kahveyi demlemek için elimize gelen kahve çekirdeklerinin öğütülmesi işlemi var. Daha önceden adı bilindik kahve mağazalarına gitmişseniz orada kahve çekirdeklerinin paketler halinde olduğunu görürsünüz. Size hangi demleme yöntemini kullanacağınızı sorarlar ve ona göre kahvenizi çektirirsiniz. Evlerde sıklıkla kullanılan french press, chemex, moka pot, türk kahvesi vb. demleme yöntemleri var. Ve yahut evinizde bir filtre kahve makinesi veya espresso kahve makinesi olabilir. Çektirdiğiniz bu kahve boyutu demleme yöntemine göre yanlış olması durumda kahveden doğru tat alamamanıza sebep olacaktır. Örneğin, french presste kullanılan kağıt filtreye göre nispeten kalın kahveyi chemex kağıt filtrede kullanırsanız sıcak su kahveye tam nüfuz edemeden akıp gidecek. Bu nedenle doğru kahve tadını tadamayacaksınız. Eğer kalın kahve boyutu değil de aşırı ince kullanırsanız kahve kağıt filtre gözeneklerini kapatacak, filtrenin süzme süresi uzayacak ve içimizi ısıtan sıcak bir kahve değil de soğuk bir kahve sizi karşılayacaktır.


French Press: Kalın boyutta çektirilmiş kahve

Chemex, Filtre Kahve Makinesi: Orta boyutta çektirilmiş kahve

Moka Pot, Espresso Makinesi: İnce boyutta

Türk Kahvesi: Aşırı ince boyutta

Kahvenizi alırken ince veya kalın boyutta olsun demenize gerek yoktur. Chemex'de, Türk kahvesi olarak veya herhangi bir demleme yöntemininde demleyeceğim demeniz yeterlidir. Barista zaten kullanılan ideal boyutları bilmektedir.

Tavsiye: Kahvenizi tüketeceğiniz miktarda çektirmenizde fayda vardır. Nedeni ise çekilmiş kahve ortamdaki nem, güneş ışığı vb. şartlardan çekirdek kahveye göre daha daha hızlı etkilenir. Çekilmiş kahve kolay bayatlar, beklediği süre içinde tadını ve kokusunu kaybetmeye başlar.

Bir kahve mağazasına gittiğinizde adını söylemekte zorlandığım kahve isimleri var diyorsanız sıra size geldi.

Espresso: İnce öğütülmüş kahve çekirdeklerinin espresso kahve makinesinde yüksek su basıncında (9 bar) gibi ve 90-95 santigrat derece sıcaklık aralığında süzdürülmesi ile elde edilir. Tadı yoğun ve serttir. Sunumu fincanın yarısı dolu olarak yapılır. Latte, machiato, americano gibi pek çok içecek espresso ile süt, süt köpüğü, çikolata ya da sıcak su karıştırılarak elde edilir. Kahve çeşitlerinin temelini oluşturur.


Americano: Espresso'nun sertliğini sevemeyen kişiler için uygun olan sıcak su ile seyreltilmiş espresso diyebiliriz. Sunumu daha büyük fincanlarda hatta kupalarda yapılır.

Cappucino: Espresso, sıcak süt ve süt köpüğü ile hazırlanır. Yumuşak içimlidir. İçimi espresso ve americanoya göre hafiftir.

Mocha: İçinde bolca süt, süt köpüğü, espresso ve çikolata bulundurur. En hafif kahve türlerindendir. Genelde daha önce kahve pek kahve içmeyen kişilerin kahve dünyasına ilk adımlarını attığında ilk tercihi olmaktadır.

Latte: İçinde espresso kahvenin yanında bolca süt barındıran, içimi çok hafif kahve türüdür. Üstünde süt köpüğü bulundurur. Sert kahve sevmeyenlerin birinci tercihi olmaya adaydır. Latte kahvesinin üzerindeki süt köpüğüne uygulanan latte art diye bir sanat ortaya çıkmıştır. Baristanın yeteneğine göre latte kahvenizin üzerine çizilen bir kalp veya yaprak deseni ile kahve keyfiniz bir kat daha artmış oluyor. 


Filtre Kahve: Espressodan farklı olarak kahve makinesinde demlenmesi için kahve bir filtre kağıdına konur, espressoya göre su düşük basınçta ve yavaş bir şekilde damlatılarak kahvenin içinden geçirilir. French press aleti ile metal filtre yardımı ile demlenebilir. Sade ve sütlü olarak tüketilebilir. Bazılarımız için sade filtre kahve sabahları olmazsa olmazımızdır.


Türk Kahvesi: Türkiye'de kahve denilince ilk akla gelen ve demleme yöntemi bize ait olan bir kahve türüdür. İnce çekilmiş kahve çekirdeklerinin cezvede kaynatılarak pişirilmesi ile tüketiliyor. Bol köpüklüsü makbul olan sert kahvedir. İtalyanların sert espressosu varsa bizim de sert Türk kahvemiz var. :)

Kahvenizi Alırken Paketinde Yazan Yazıları Anlama Rehberi
Elimde bulunan ve çeşitli kahve mağazalarından edindiğim kahve paketlerini aşağıdaki resimlerde numaralandırarak ne anlama geldiğini rahatlıkla anlayabilirsiniz. Ayrıca bu numaraların ne anlama geldiğini aşağıya yazdım. Farklı kahve markalarını koymamın sebebi hepsinin kendine özgü paket üzerinde bilgilendirme şekli olmasıdır.

1) Kahvenin Aroması
2) Kahvenin Kavrulma Şekli
3) Kahvenin Üretildiği Yer
4) Kahvenin Üretildiği Yer Hakkında bilgi
5) Sertifika Bilgisi (Java House kahvesinde KEBS diye bir sertifika var. Bu ülkemizde TSE (Türk Standartları Enstitüsü) gibi Kenya ülkesine ait bir sertifikadır. Tchibo kahvesinde ise Rainforrest Alliance sertifikası var. Rainforest Alliance (Yağmur Ormanları Birliği) ürün üretilirken doğal yaşamın korunduğu belirtmek ile birlikte üretimde çalışan ailelerine gıda, sağlık, eğitim hizmetlerinin sağlandığını ve güvenli çalışma koşullarının olduğu bilgisini veriyor.




Daha fazla kahve ile ilgili yazı okumak isterseniz:

Bir Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır
İçtiğiniz Kahve Kişiliğiniz Hakkında İpucu Verir
Kahve Dükkanları

İçtiğiniz Kahve Kişiliğiniz Hakkında İpucu Verir


Ben tamamen kahve hayranıyım. Belki kahvesever biri olduğumu söylemek daha doğru olacaktır. Her gün süt ile tamamlanmış sıcak bir filtre kahve ile güne başlamak hoşuma gidiyor. Ama içtiğim kahve türünün aslında kişiliğimle doğrudan bağlantılı olduğunu okudum ve buna gerçekten çok şaşırdım. 

Kahve içmek iyidir. Bazıları kahvenin kalp çarpıntısı yaptığını söylese de; günde birkaç bardak kahve kalp krizi riskini azaltmakla kalmaz, aynı zamanda kokulu kahve daha az stresli olmanızı sağlar. İçtiğiniz kahvenin türü ne? Aslında bu tercihler senin hakkında çok şey söyleyebilir. Bu çalışma kahve içen 1000 kişinin alışkanlıkları incelenerek oluşturulmuş. Ankete katılanların kişisel tarzları ve psikolojik özellikleri değerlendirilmiş.

Sade kahve içenler: Özü sözü bir, işleri basitleştirmeyi seven, sessiz fakat huysuz ve sade karakterli kişilerdir. 
Espresso içenler: Liderlik yapan, çok çalışan fakat huysuz, ne istediklerini bilen kişilerdir.
Latte içenler: Evhamlı olma eğilimli, insanları memnun etmekten hoşlanan, karar verme konusunda genellikle kararsız kişilerdir.
Cappuccino içenler: Takıntılı, kontrolcu, yaratıcı, dürüst, motive, mükemmel arkadaşlar edinir fakat yaratıcı olmayan şeylerden de sıkılan kişilerdir.
Frappucino İçenler: Her şeyi bir kere de olsa deneyen, trendi belirleyen, maceraperest, cesur, sağlıklı seçimler yapmayan kişilerdir. 
Hazır kahve içenler: Neşeli, iyimser, rahat, işleri erteleme eğiliminde olan kişilerdir. 
Soya sütlü kahve içenler: Bakımlı, detay odaklı, kendine güvenen, kendini düşünen kişilerdir.  

Anket sonuçları bize bunları söylüyor, fakat bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

*Bu yazıda bahsedilen anket 2014 yılı TIME dergisinin bir yazısında yayımlanmıştır.

Çok Blog Okuyan Mı Çok Youtube İzleyen Mi Bilir?


Şimdi "Çok okuyan mı çok gezen mi bilir?" polemiğine ayrı bir boyut katacağım. Çok blog okuyan mı bilir? Yoksa çok youtube videosu izleyen mi bilir? Günümüzde internetin büyük bir bilgi kaynağı olduğu yadsınamaz bir gerçektir. İnternet sayesinde görsel ve işitsel olarak pekçok bilgiye kısa yoldan ulaşırız. Bu yazımda internet üzerindeki yazılı ve görsel bilgi kaynaklarını dikkate alarak yazdım.

Okumak, çok eski zamandan beri insanların yaptığı bir eylemdir. Bir eylem olarak kalmayıp bilgiye ulaşma yolumuzdur. İnsan görerek, dinleyerek öğrenir; fakat okuyarak daha fazla öğrenir. Öğrenmek için çaba sarfedilmesi gerekir. En azından ben böyle daha iyi öğrendiğimi düşünüyorum. Görsel ve işitsel yollarla da öğrenmeyi sağlarız. Bize daha eğlenceli geldiği için birçoğumuz kitaplara ve bloglara sırtını dönüp sadece kendini sanal ortamda bulunan video platformlarına bırakmış durumda. Her şey iyi, güzel ve hoş da unuttuğumuz bir şey var. İnsanda kısa ve uzun ömürlü olmak üzere iki tür bellek vardır. Sanal ortamda bulunan video platformlarında (youtube vb.) bilgiler görsel ve işitsel olarak karşımıza gelir ve gider. Sanal ortam artık bilgi çöplüğüne dönmüş. Bir video izleyeceğim diye gereksiz fazladan bilgi kirliliğine de maruz kalmaktayız. Gördüğün veya duyduğun bir bilgi ile belki bir daha karşılaşmayacaksın. Tekrarlama yapmadığın için görsel sanal ortamdan öğrendiğin yüzlerce bilgi kısa süreli belleğimizde belli bir süre sonra kaybolup gider. Peki, ben görsel ve işitsel bilgiyi ikişer kez izlersem öğrenemez miyim?

Bir öncekinden daha fazla uzun sürede aklında bilgiyi tutarsın, fakat bu kez de öğrendiğin bilgileri gruplamadığın (önceki öğrendiğin bilgilerle ve yeni öğrendiğin bilgiler arasında bağ kurmadığın) için yine bellekte bilgiler kısa zamanda unutulup gider. Nedeni ise youtube gibi platformlarda bilgiler sürekli bir anlık gelip gidiyor. Sonra bunu da izler misiniz? diye tavsiyeler vardır. Ondan ona derken istediğimiz şeyden farkında olmadan uzaklaşmışız.

Sanırım günümüzün en büyük hastalığı unutkanlık. Ben genel anlamda unutkanlığı kısa süreli bellekte tuttuğumuz gereksiz bilgilere bağlıyorum. Bir kitabı bütünce okuruz, ama bir videoyu parça parça izleyebiliriz. Hatta bir serinin kitabını asla 1.kitabı okumadan 2.kitabı okuyarak başlamayız, ama bir videonun ortasından izleyebiliriz. Kitap,blog gibi şeyleri okuyarak hem düşünme zamanımız oluyor hem de önceki öğrendiğimiz bilgiler ile yeni öğrenilen bilgiler arasında bağlantı kurmamız için zamanımız oluyor. Yazılı bir bilgiyi okurken isteğiniz ile kitabun başına oturduğunuz için tüm dikkatinizi de toplamış olursunuz. Bu sayede uzun süreli belleğe bilgileri atmış olur, hayatınızın büyük bir bölmünde bu bilgiyi hatırlarsınız.

Burada sadece kitap,blog okuyun demiyorum. Okuyarak bilgileri öğrendikten sonra youtube gibi platformlardan bilgileri pekiştirmiş olursunuz. Yola ilk çıkış noktamızın her zaman okumak olması gerektiğine inanıyorum.

Siz nasıl düşünüyorsanız yorumlarda belirtirseniz sevinirim..
        

Alsak Alsak Hangi İşletim Sistemli Bilgisayarı Alsak?

Mac

Günlük hayatta çok duyduğum birkaç laf var. "O kadar çok para Apple Mac bilgisayara verilir mi?" veya "Bedava Linux işletim sistemli bilgisayarlar varken hala neden Windows kullanıyorsun?" Eğer bu soruları bir başkasına soruyorsan gerçekten bu konu hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadığın anlamına gelir. Peki biraz bilgi sahibi değilsen neden başkasını bu tür sorularla bunaltıyorsun?

Öncelikle, bir Windows bilgisayar dururken 2 kat fiyat verip Apple Mac almayı açıklayacağım. Aslında bakarsanız burada bir armutla bir elmanın karşılaştırmasını yapıyor olacağız. İkisi de ayrı dünyanın üyeleri ve farklı şekilde çalışan ama genel olarak adı bilgisayar denen cihazlardır. Apple Mac bilgisayar alanlar için genelde Starbucks'ta oturan kişiler ve elinde bir White Chocolate Mocha'sı ile etrafına hava atan tipler olarak görülür. Bende kahve içmek için Starbucks ve benzeri kahve mekanlarına çok giderim. Acaba ben de bu tipler gibi miyim? Ama eksiğim var, bir Mac'im yok benim. Kahvesever olduk diye şimdi yaftalandım mı? :)

Ya da saygıdeğer bir blogger arkadaşımın "Evi satıp Macbook Pro alma hikayem" adlı yazısına da bir bakınız. Bazıları hala diyebilir, o kadar parayı vermeye ne gerek var. Olmuyor kardeşim olmuyor, tam verimle olmuyor. Parayı vermişken seni yıllarca taşıyacak bir ürün almak gerekiyor. O cihazla oturup birçoğunun yaptığı gibi sadece facebook, twitter’da dolaşılmayacak. Ben Makine Mühendisiyim; az çok çizim, analiz yaptığım için biliyorum. Bence burada başarılı bir donanım yatırımı yapılmış oluyor. Macbook bilgisayarları genelde reklamcılık, görsel tasarım ve video editleme gibi uğraşlar için tam biçilmiş kaftan.

Mac'i neden tercih etmeliyim?
Mac'ler daha düşük özelliklere sahipmiş  gibi gözükse de perfermansı daha iyidir. İlk yeni alınan bir Windows bilgisayarın performansı da iyidir. Sonra bir yıl kullandıktan sonra yavaşlamaya başlayan sistemi kurtarmak için yok antivirüs kullanalım yok biraz geçmişi silelim yok biraz da diski biçimlendirelim diye çabalara girilmeye başlayacaktır. En son baktın olmuyor hadi bir format atalım da eskisi gibi olsun, diyorsun. Sonra verileri kurtarma çabası başlıyor. :)
Bu gibi sorunların en temel kaynağında yazılımcı ile donanımcı arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığını düşünüyorum.  Mac'in donanım üreticisi Apple, yazılımcısı yine Apple. Windows işletim sisteminin yazılımını Microsoft yapıyor, donanımını ise yan bilgisayar parçası üreten markalar yapıyor.

Apple

Windows yüklü bilgisayardan Mac'e geçersen,
-Mac bir Windows bilgisayara göre daha stabil çalışıyor.Windows'ta sizi resetleme götürecek takılmaları Mac bilgisayarda unutacaksınız.
-Mac ile ekran masaüstünde onlarca çoklu sekmede çalışmanıza rağmen bir takılma olmaz. Windows bu konuda çekirdek sayısı 4 olan bilgisayarında bile bazen geçişlerde takılabiliyor.
-Mac laptop bataryaları 10 saat gibi çalışma ömrü verirken, bir Windows laptop 3-3.5 saat gibi bir çalışma ömrü verebiliyor. Benzer pil teknolojise rağmen Mac'in uzun süre çalışması güç tüketimi optimizasyonun çok iyi yapıldığı anlamına geliyor.
-Mac bir Windows bilgisayara göre daha az ısınıyor. Bilgisayarlar ısınınca yavaşlamaya başladığından masaüstü Windows bilgisayarlara bakacak olursak içinde onlarca soğutu fan ile koruyarak ancak istenilen sevide tutuluyor.
-Mac ekranları true color yani gerçek renkleri kolaylıkla veriyor. Bu seçenek açık ara farkla Mac'in diğer bilgisayarlardan ayrılan noktası oluyor. Bu nokta yine Mac'in donanım üstünlüğünü açıkca tekrardan gösteriyor. Windows yüklü bilgisayarlarda gidip bunun için özel üretilmiş gidip true color monitorlar almalısınız. Bu monitorların fiyatı zaten bir mac kadar pahalı. :) Ayrıca bu monitorları alsak bile üst düzey Windows dizüstü bilgisayarlarda yaşadığımız çeşitli ölçeklendirme sorunları ancak en aza indirebiliriz. Reklamcılar, çizimciler veya tasarımcıların Mac'i tercih etme sebebi bundan kaynaklanmaktadır.

Mac'ten Windows yüklü bilgisayar'a geçersen,
-Yaygın olarak piyasada kolay bulunan, Windows'ta çalışan yazılımlar Mac bilgisayarlarda çalışmıyor. Eğer adı klasik bilinen programlarla çalışacaksan ve değişimden hoşlanmayan biri isen Windows işletim sistemi sizin uygun olacaktır.  Mesela Microsoft Office ve Adobe Photoshop yazılımlarının Mac versiyonu var fakat diğer birçok yazılımının aynısı yok. Bu konuda adı farklı muadili olan yazılımları kullanmanız gerekiyor. Yani Mac kullanacaksanız aynı işi yapacaksınız yalnız çalışacağınız programların ismi değişecektir. 
-Eğer iyi bir oyun oyuncusu iseniz size Windows bilgisayarlar en uygun olanıdır. Mac'te de oynarsınız, uygun sürümünü bulmak zorundasınız. Ayrıca yeni çıkan her oyun Mac için yapılmıyor. Windows yüklü bir bilgisayarda yeterli donanıma sahipseniz yeni çıkan her oyunu kolaylıkla oynayabilirsiniz.

İşletim Sistemi

Windows yüklü bilgisayardan Linux yüklü bilgisayar'a geçersen,
-İkisi de aynı donaımları kullanmasına rağmen Linux Windows'a göre çok hızlıdır. Windows burada görsel olarak daha güzel şeyler katacağım diye bilgisayar donanımları gerçekten gereksiz yormakta. Bu da güçlü donanıma sahip olmana rağmen düşük performans elde etmene veya ileride yavaş yavaş bilgisayarın çalışma hızının yavaşlamasına sebep oluyor.
-Linux'ta işletim sistemi dahil bütün uygulamalar ve yazılımlar ücretsizdir. Ayrıca programlar açık kaynaklıdır. Açık kaynaklı demek, kişi isterse programları kendi isteğine göre değiştirebilmesidir.
-Linux'ta Windows bilgisayarları çökerten veya yavaşlatan herhangi bir virüs canınızı sıkmayacaktır. Bu Linux'ta hiç virüs olmadığı anlamına gelmez. Lakin, Linux'ta hiçbir virüs yönetici hesabıyla sisteminizi ele geçirip kalıcı ve tahmin edilemez hasarlara sebep olamaz.
-Çok geniş kullanım alanlarına hitap eden sürümleri vardır. İhtiyacınıza, tercihinize göre istediğiniz Linux işletim sistemini (Ubuntu, Mint, Debian, OpenSUSE vb.) seçebilirsiniz.
-Sürekli güncelleme alması ve yardım için internette bulabileceğiz fazlaca forum ve destek sitelerinin kaynak olarak bulunması.
Ubuntu
Linux yüklü bilgisayardan Windows yüklü bilgisayar'a geçersen,
- Linux açık kaynaklı olduğu için bazı donanımlarda veya yazılımlarda uyumsuzluklar ile karşılacaksınız. Piyasada bulunan hemen hemen her şeyi Windows desteklemektedir.
-Linux'a uyumlu çok kısıtlı oyun seçeneğiniz vardır. En sevdiğiniz oyun sadece Windows tarafından desteklenen olabilir. Bilgisayara bir oyun çıkacakca muhtemelen ilk çıkacağı yer Windows işletim sistemi olacaktır.
-Windows işletim sisteminde neredeyse herkesin alışkın olduğu Microsoft Office, Windows Media Player gibi programları Linux'ta bulamazsınız. Bazılarınız LibreOffice gibi Linux'ta da aynı işi yapan benzer Office programı olduğunu söylüyor. Size şunu söyleyim kesinlikle aynısı olmuyor. Şöyle açıklarsam, mesala LibreOffice'te hazırladığımız dökümanı direk olarak Microsoft Word'te açamıyorum. Bazı düzenlemeler yapıp açılıyor ancak maalesef uyumsuzluklarla, yazıların düzeninde bozulmalarla açılıyor.

İşletim sistemlerindeki bu  yazdığım farklılıkları genel olarak deneyimlerimin ışığında yazdım. Ben şu an Windows kullanmaktayım. Bir yıl kadar Linux işletim sistemini de kullandım. Günlük hayatta bazen Linux işletimi hala karşıma çıkmakta. Mac bilgisayarları da dışarıda çalışma alanlarında, eş dostlarımın bilgisayarlarında kullanma fırsatı bularak deneyimledim. Hepsinden azar azar bir şeyler bilmek kesinlikle sizin faydanıza oluyor. Şu veya bu işletim sistemini kesinlikle alın diye bunları yazmadım. Bazı ön yargıları yıkarak sizin için yapacağınız iş doğrultusunda doğru olanı seçmenizde yardımcı olmaya çalıştım.

Blogger İzleyiciler Gadget Görünmeme Sorununa Geçici Çözüm

Follower Gadget Problem
Son birkaç gündür blogger altyapısını kullanan blog yazarlarının karşılaştığı bir sorununun geçici çözümünden bahsedeceğim. Bu sorun Google'dan kaynaklı olduğu aşikar, fakat bu sorunun ne zaman çözüleceği hakkında bir bilgiye sahip değiliz. İzleyiciler eklentisinde oluşan bu sorunun kısmen de olsa bir çözümü var. En azından sizi takip etmek isteyen okurlar buradan sizi takip edebilirler. Adım adım görsellerle açıklamaya çalışacağım. 

1.Adım

 2.Adım


3.Adım
Blog panelinden Yerleşim>> Gadget Ekle>> HTML/JavaScript'e aşağıdaki html kodu ekleyin. Önceki adımdan kopyaladığınız kendi ID'nizi aşağıdaki html koddaki kırmızı yazılı yere yapıştırın. Eğer kendi buttonunuz varsa mavi yazılı yerdeki link yerine kendi butonunuzu ekleyebilirsiniz. Düzenlenmeyi kaydettikten sonra izleyiciler takip sistemi sorunu yaşadığımız bu dönemde geçici de olsa çalışacaktır. İsterseniz bloğumdaki sağdaki sütundan çalışıp çalışmadığını kontrol edebilirsiniz. Google yeniden izleciler gadget'ını sorunsuz şekilde hizmete sununca eski yolla devam edebilirsiniz.


<center>
<a href="https://www.blogger.com/follow-blog.g?blogID=Kendi ID'nizi Yazınız" target="_blank"><img alt="" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWKfIcYStcZJreK3pFsAG8E8VtKOulH5vyaTL4aBFWhdCYn-Kaqr3vcPE8am1PMVQpckJdKBJic91cUkdBOGdBuLiW4kWwV36NMBTm2_9jQNetg0XvbEWVX8CLd7zm1DTZc6hQzQmZthQ/s1600/izleyiciler+sorunu.jpg" /></a>
</center>


Görünümü aşağıdaki gibi olacaktır. Eğer farklı bir çözümünü bilen varsa yorumlara yazarak bizi bilgilendirirse sevinirim.


Plak Nereden Alınır?

Plak Nereden Alınır?

Eski dünyanın yeni dünya ile arası iyi değildir. Sadeliği seviyoruz, nostaljiye de merakımız var. Ama nedense hep yeni dünya kazanıyor.Yola taş plaklarla çıktık. Sonrasında 45'likler, 33'lükler derken yavaş yavaş elimizdeki pikapları bir kenara attık. Şimdi ise bazılarımız pişman olmuş ki, o tozlu raflardan pikapları geri çıkartıyor. Bunu kafadan söylemiyorum. Elimizde veriler var. Plak satışlarının son 7 yıldır arttığı ve bu yıl da 40 milyon yeni plağın satılması bekleniyormuş. Bu bahsettiğim miktar dünya müzik pazarının yüzde 15-18'ine tekabul ediyormuş.

Son zamanlarda plakları fazlasıyla takip eder oldum. Bir plak hangi yılda çıkmış veya onu değerli kılacak bir çıkış hikayesi var mı, diye araştırıyorum. Herhangi bir müzik cd'si veya kaseti için bu kadar inceleme yapmamıştım. Daha önceki yazımda da yazdığım gibi; bir şarkıyı plak ile dinlemek denize kendi gözünle bakmak ise, dijital dinlemek aynı denize fotoğraf ile bakmaktır.

Öyle düşündüğünüz gibi sabah akşam müzik dinleyen biri değilimdir. Fakat söz konusu plak olunca dururum, sessizce kenara oturur ve dinlerim. Özellikle klasik olmuş müzikleri dinlemeyi severim. Efsane klasikler ister yabancı olsun isterse de yerli olsun, benim için hiç farketmez.

plak dükkanı

Günümüzde eskiden olduğu gibi her albümün plağı basılmaz. Genel olarak sadece dönemine damga vurmuş albümleri tekrar günyüzüne çıkarıyor müzik şirketleri. Keşke o eski plakların hepsini yeniden bulabilsek de bu yeni basım plaklara lüzum kalmasa.

Hadi şimdi asıl konumuza "plak nereden alınır?" bakalım. Bahsedeceğim yerlerin hepsi internet sitesidir. Bazılarının fiili satış mağazaları vardır.

Yurtiçinden:

1-Hepsiburada: Birçok yerli 33'lük plak bulabilirsiniz. Hepsiburada altındaki mağazalarda bazı müzik şirketi plaklarını burada satış yapmaktadır.Fiyatları gayet makul.
2-D&R: Türkiye'de yabancı şarkıcıların plaklarının bulunduğu en geniş mağaza diyebilirim. Fakat stoklarında her plağı bulundurmadığından biraz temin sürecinde bekleyebilirsiniz.
3-Rainbow45 Records: Kendileri bir plak mağazasından öteye gitmiştir. Eski basılmış plakları kendi adı altında tekrar günyüzüne çıkarmıştır. Bazı plakların kapağında yayımcı olarak Rainbow45 Records ismini görebilirsiniz.
4-Opus3a: Yerli ve yabancı plaklarda geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Bir göz atmanızda fayda var.
5-Plak ve Ben: Ossi müzik ile işbirliği yaparak bazı plakların basımını yapmaktadırlar.

Yurtdışından:

1-Amazon: Yabancı plakların neredeyse hepsinin bulunduğu site. Beatles, Frank Sinatra gibi Türkiye'de nadir bulunan plakların sıfırına buradan rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Özellikle amazon.de sitesinden alırsanız ücretsiz kargo hizmetinden de faydalanabilirsiniz. Plağınız elinize ulaşmazsa korkmayın, koşulsuz olarak tekrar gönderim yapmaktadırlar.
2-Discogs: Bu site uluslararası bir 2.el plak sitesi. Elinizdeki satmak istediğiniz plağı buraya koyuyorsunuz. Karşıdan o plağı isteyen kişi plağı satın alabiliyor. Ayrıca elinizdeki plakları bu sitede arşivleyebilirsiniz.Yalnız bu site Paypal Türkiye'de var iken kullanışlıydı. Şimdi güvenilir olup olmadığını bilmiyorum. 


Bunlar benim bildiklerim. Sizin de tavsiyeleriniz varsa yoruma yazabilirsiniz.


Amazon.de ile Yurtdışından Ürün Getirtmek Çok Kolay

yurtdışından alışveriş

Amazon, çoğunuzunda bildiği gibi dünyanın en büyük online alışveriş sitesi. Daha önceden yurtdışından birçok şey getirtmiştim. Ama Amazon sitesinden hiçbir deneyimim yoktu. Yakın zamanda Amazon'dan satın alıdğım iki ürün elime ulaşınca bu yazısı sizlerle paylaşmak istedim. Tecrübemi özetleyecek olursam, Amazon'nun dünyanın en büyük satış sitesi boşuna olmamış.

gümrük kuralları

2016 yılının son aylarına doğru Amazon'nun Almanya mağazasından (amazon.de) Türkiye'ye 49 Euro ve üstündeki alışverişler için kargo bedava olacağını ve Amazon.de artık Türkçe site arayüzü ile hizmet edeceğini açıkladı. Bunun üstüne bir de müşteri hizmetleri servisinin Türkçe olarak bizlere hizmet edecek olması bizleri sevindirdi. Daha önceden Çin'den ve Rusya'dan ürün birçok getirtmiştim, lakin Amazon ile ilk defa ürün getirttim.

Gözlemlerimi maddeler halinde yazacak olursam,

1) Son gümrük kurallarına göre Yurtdışından satın aldığınız ürün 30 Euro ve üstünde bir miktarda ise gümrük vergisi ödemek zorundasınız. Bu ücreti ödemeden ürününüzü alamıyorsunuz. Bu sizi bazen uğraştırabiliyor.

Amazon'da satın aldığım ürünlerde satıcısı kendisi ise otomatik olarak gümrük vergisini de ödeme kısmına eklemesini beğendim. Amazon'a giriş yapmanız için öncelikle üye olmalısınız. Amazon.de sitesine girince dil ayarını Türkçe yapınca rahatlıkla üye olup işlemlerinizi yapabileceğiniz için bu kısımları atlıyorum. Daha sonra gönderim adresini kaydedip ürününüzü sepete atınca aldığınız ürün 30 Euro üstünde olursa otomatik olarak Türkiye için yaklaşık yüzde 15 gibi oranında gümrük bedeli satın aldığınız üzerine eklenir. Burada Amazon.de bize, sen gümrük işleri ile uğraşma ben hallederim, diyor. Yani ürün gümrükte takıldı mı derdi olmadan doğrudan kapınıza geliyor.

amazon.de turkish

Ödeme kısmında para birimini ister TL olarak istersen de Euro ve Dolar olarak ödeyebilirsin. Yalnız burada TL ayarında Amazon kendi belirlediği kura göre para birimi çevrimi yapacağından biraz fazla miktar karşınıza çıkabilir. Ben şahsen dolar olarak yapıyorum ve kredi kartımın sahip olduğu Türk bankasının dolar kuruna göre çevrim yapılmasını sağlıyorum.
**Bedava kargo sınırı Türkiye için 49 Euro olduğunu sitede yazıyor. Ürüne göre bu sınır değişebiliyor. Mesala satın alınan plaklar için sınır 30 Euro olduğunu sipariş sepetimde gördüm.



2) Aldığım ürün toplamda 30 Euro'yu geçerek 52 Euro gibi bir ücret ediyordu. Yalnız (29+23=52) Euro olarak tek seferde gümrük bedelini göze alarak iki farklı ürünü aldım. Bunun üstüne Amazon önce bir ürünü kargoladı ve 2 gün sonra diğer ürünü kargoladı. Üstüne bunun hakkında bir bilgilendirme maili aldım. Gümrük bedeli gibi ek ücretler ödememem için ürünleri farklı günde kendilerinin bilerek gönderdiklerini yazıyorlardı.



3) Kargom yolda iken siparişim ile ilgili müşteri hizmetlerine birkaç sorum vardı. Bende müşteri hizmetlerinin doğrudan İngilizce email attım. Türkçe hizmet verdiklerini biliyorum yine de garanti olsun diye İngilizce yazdım. Tam 5 dk sonra bana Almanya'dan Amazon müşteri hizmetlerinden aradılar. Yurtdışında hizmet eden bir şirketin müşteri temsilcisi Türkçe konuşuyordu ve  ilk başta afalladım. Hemen bana nazik bir şekilde yardımcı oldu. Üstelik çalışan kişi konuşmasından anladığım kadarıyla Türk'tü. Peşinden Amazon'dan samimi bir email aldım. (aşağıda görebilirsiniz.) Sonunda, güzel bir gün geçirmeniz dileğiyle ve Kayseri'ye selamlar yazıyordu. Yurtdışında faaliyet gösteren bir şirketin müşteri hizmetlerinin Türkiye için bu kadar hızlı ve samimi bir şekilde çalışması beni memnun etti. Bundan sonra Türkiye'den temin edemediğim bir ürün olursa kesinlikle Amazon.de'yi tercih edeceğim. Bu ilgi ile hem beni güldürdüler hem de güvenimi kazandılar.


Bu yazımda sadece Amazon.de sitesinden aldığım ürünle ilgili deneyimlerimi paylaştım. Amazon'nun neden dünyanın en iyi alışveriş sitesi ve sektöründe dünya markası olduğunu artık anlayabilirsiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim.

Plaklar Tozlu Raflardan İniyor

Plaklar

Nostaljiyi seven biri olarak ben bu yazıyı yazmada sanırım biraz geç kaldım. Dijitalleşme adı altında günümüzde plakları az görür olduk. Ben hala plakların neden yavaş yavaş kaybolduğunu anlamış değilim. Nedeni ise analog olarak kaydedilen bir müzik en iyi analog bir cihaz ile dinlenmesidir. Bu cihazlar pikap veya gramafon'dur. CD, telefon ve bilgisayarımızdan dinlediğimiz dijital formatlar seslerin sıkıştırılmış ve kalite açısından kayba uğramış halidir. Dijitalleşme bize dinleme kolaylığı sağlarken, gerçek sesleri unutmamıza neden oluyor. Kim istemez ki bir sanatçının sesini ve hatta südyodaki tıkırtıları bile aynen kaydeden orjinal bir sesi.
Benzetme yapacak olursak; bir şarkıyı plak ile dinlemek denize kendi gözünle bakmak ise, dijital dinlemek aynı denize fotoğraf ile bakmaktır.

Vinyl

 Maddeleri oluşturan moleküllerin titreşmesi ile ses dalgaları oluşur. Titreşimler de ses dalgalarını oluşturur. İnsan kulağını düşündüğümüzde bu bahsettiğim ses dalgaları kulak zarını titreştiğinde işitme fiili gerçekleşmiş oluyor. Analog ile dijital arasındaki fark buradan geliyor. Analog kelime anlamı benzer, eş olarak sözlükte bulabilirsiniz. Stüdyoda kaydedilen orjinal ses kaydının formu aşağıdaki 1 numaralı grafikteki gibi oluyor. Plaklar ile analog kayıt yapıldığında bu ses dalga formu 2 numaralı grafikteki gibi korunmuş oluyor. Dijital ses kaydına geldiğmizde aynı forma yakın ama 3 numaralı grafikteki gibi kırılımlar ve kayıplar oluyor. Dijital kayıt alındığında biraz ses kalitesinden ödün vermiş oluyoruz. Kulağımız dijital seslere alıştığı için bu farkı anlamak ilk başta zor oluyor.

Analog ve dijital

Peki plaklar nasıl ses çıkarıyor?
Müzik kaydı yapılırken oluşan titreşimleri bir iğne yardımıyla boş plağın üzerine kazınıyor. Dinlerken de pikap veya gramafonun iğnesi plağa kazınan çizgilerden ilerliyor. Bu çizikler üzerinde iğne ilerlerken çiziğin şekline göre plakçaların diyaframını titreştiriyor ve ses çıkıyor. Basitçe plakların çalışma sistemi budur. Bu sayede araya hiçbir dijital aracı girmemiş oluyor. Aşağıdaki fotoğrafta ses kaydı yapılırken plakların üzerine kazınan çizgileri mikroskobik olarak görebilirsiniz. Biz onu gözümüzle sadece tırtıklı ve siyah yapısını görebiliyoruz.


Plak türleri nelerdir?
 33'lük, 45'lik ve 78'lik olarak 3 çeşit plak vardır. Bu fark pikap iğnesinin bir dakikada aldığı tur sayısındandır (Pikap, 33'lük bir plak çalarken iğnesi 1 dakika içinde 33 kez tam dönme yapar). Plakların atası olarak sayılan 78'lik plaklardan başlayayım. 78'lik plaklara taş plak denmektedir. İlk basılan plakların hepsi taş plaklardan oluşur. 4 dakika civarında ses kayıdı içerir, çok kırılgandır. Kırılgan olması nedeniyle saklaması zordur ve günümüze ulaşan çok az sayıda taş plak vardır. Taş plaklar sadece gramafonlarda çalar. Günümüzde üretilen pikapların hiçbiri direk taş plak çalmaz (iğne ucu değiştirilmesi lazım).

45'lik plaklar Tekli veya Easy Play(EP) olarak bilinir. Bu plaklar genelde 7 inç'lik (yaklaşık 17,5 cm) bir boyutu vardır. Ön ve arka yüzüne olmak üzere 2 şarkı kaydedilen bir plaktır. Bu plaklar küçük olmasından eskiden arabalarda bulunan plakçalarlarda kullanılmıştır. Günümüzde bulunması zorlaşmaya başlamıştır çünkü yeni basım plaklar genelde 33'lük Longplay olarak basılmaktadır.

33'lük plaklar Uzunçalar veya Long Play(LP) olarak bilinir. Bu plakların 12inç'lik (yaklaşık 30 cm) bir boyutu vardır. Boyutunun büyük olması bize üzerinde 12 şarkılık gibi dev bir albümü dinleyebilmemizi sağlar. Ticari olarak üreticiler için daha uygun olduğundan son basılan plaklar bu boyuttadır.

Pikap

Plakların baskı kalitesini ne belirler?
Burada plakların dijital kayıtlara göre daha kaliteli olduğunu belirttim, ama plakların da kendi içinde kalite sınıflandırması var. Plaklar 125 gram, 150 gram  ve 180 gram ağırlığı civarında üretilir. 180 gram ve daha fazla ağır gramajda daha kaliteli plaklar olarak belirtilir. Plak üzerindeki sesi duymamıza yarayan izlerin 180-200 gram plaklarda daha derin kesilebilmesinin ses kalitesini de olumlu yönde etkilediği söylenmektedir. Kaliteli plaklar daha iyi ses verebilir, çizilmelere ve kırılmalara karşı daha dirençli olur.

Bu yazımda kısaca, genel olarak plak ses kayıt kalitesinden, neden plak dinlenmesi gerektiğinden, plakların yapısı ve çeşitlerine kısaca bir göz atmak istedim. Umarım, pikap alıp plak dinlemeyi düşünenler için faydalı bir yazı olmuştur.



Yurtdışından Kartpostal Almak

Yurtdışından Alışveriş

Neredeyse son 5 yıldır sürekli yurtdışındaki arkadaşlara kartpostal gönderen biriyim. Bunun üzerine 5 aydır da postcrossing sitesine (dünya geneli kartpostal değişim sitesi) üye olmamla birlikte gönderecek farklı kartpostal bulamamaya başladım. Online kartpostal satın alacak site ararken karşıma cardinbox.net sitesi geldi. Türkiye'den daha önce alışveriş yapan kişilerin olduğunu görünce ben de kartpostal almaya karar verdim. Site Rusya'dan gönderim yapan ve sadece kartpostal,zarf vb. şeyler satan bir yer. Kartpostalların tasarımları gerçekten güzel. Türkiye'de aynı kalitede kartpostala göre fiyatları çok uygun. Normal tane satış fiyatları yaklaşık 1 lira civarında. Kargo ile birlikte eğer benim gibi 18 tane alırsanız 1.5 lira civarında elinizde olmuş oluyor. Eğer fazla miktarda alırsanız bu fiyat daha da düşecektir. Çünkü gönderim ücreti 1 kartpostalın da 50 kartpostalın da aynı. Yurtdışı kargo ücreti 230 Ruble olarak ödüyorsun. 1 TL ise 16 Ruble'ye denk geliyor. Özellikle belirtmek istiyorum ki , ambalajlamaları gerçekten çok iyi. Kat kat naylon poşet ve kurdele ile bağlamışlar. Üstüne de bir tane sallama poşet çay paketi koymuşlar :)


Sayfaya sağ üst köşede bulunan Create an account'a tıklayıp açılan yerde Kullanıcı adınızı, Email adresinizi, Şifrenizi yazarak üye olabilirsiniz. Daha sonrasında shipping adresinizi kaydederek profiliniz oluşmuş oluyor. Yabancı bir site olduğu için adres altına Turkey yazmayı unutmayın. İstediğiniz kartpostalları buy( satın al) dedikten sonra sağ üst köşede sepetinizde gözükecektir. Next (ileri) diyerek bilgilerinizi onaylamış oluyorsunuz. En sonunda ödeme yöntemi gelecektir. Türkiye'de paypal ödeme yöntemi kullanamadığımız için master/visa seçeceğiz. Türkiyedeki kredi kartları ve bankamatik kartlarını kullanabiliyorsunuz. Fiyatlar Ruble olarak yazıyor. TL'ye denk düşen kısım kesinti olmadan hesabınızdan çekiliyor ( 1 TL=16 Ruble). Satın aldığınızı ürünler takip numarası ile 3-4 haftada elinizde oluyor. Yalnız nedenini bilmiyorum ama takip numarasından kargonun yerini kaydedilmediği için göremedim. Satın aldığım kartpostalların bazılarını aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz.



Not: Yurtdışından gümrüksüz alışveriş limiti 30 Euro'ya düştü. Yani 30 Euro'dan az bir fiyata satın aldığınız ürün için gümrükte ek vergi ödemezsiniz.

Bir Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Vardır

Kahve

Kahve içmeyi seviyoruz. Çoğumuz güne bir fincan kahve içerek başlıyor. Kahve, arkadaşlarımızla hoş bir sohbet yanında ya da sabah kalktığımızda uykumuzu açmak için ideal bir içecektir. Dostlukların yapı taşıdır. Birbirimize sözler verirken bile bir kahveni içeriz artık veya bir kahve borcun olsun deriz.

Kahvenin keşfi Etiyopya'da Kaldi isminde bir çobanın keçileri güderken gördüğü değişiklikler ve ne olduğunu öğrenmeye çalışması sonucu ortaya çıkmış.

Kahvenin Osmanlı imparatorluğuna geliş tarihi kesin bilinmemekle birlikte, bazı tarihçiler tarafından ilk defa 1519 yılında I.Selim'in Mısır seferinden sonra İstanbul'a geldiği belirtilmektedir. Diğer hikayeye göre ise 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde Yemen valisi olan Özdemir Paşa tadını beğendiği kahveyi İstanbul'a getirmesi ile ilk tanışma oluyor. Kahvenin gelmesi ile ilk kahvehanenin açılması arasında yaklaşık 30 yıl gibi bir süre vardır. Başlangıçta özellikle gelir düzeyi yüksek ve okuryazarlar tarafından tüketilen kahve, hızla tüm İstanbul'a yayılmış ve çok sayıda kahvehane açılmıştır. Günümüzde ise dünyada petrolden sonra ticaret hacmi en yüksek 2.ürün olmuştur.

Kahve, antioksidan kaynağı olması, konsantrasyon yeteneğini artırması, alzhemer hastalığını önlemesi, şeker hastalığı riskini azaltması gibi pek çok faydası vardır. Faydalarından ziyade bizde bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Şöyle güzel bir hikayesi de var.

Vaktiyle İstanbul'da Yemiş iskelesine bir gün bir yeniçeri gelir. Yeniçeri tüm müşterilerine benden bir kahve yap, fakat şu köşede oturan Rum gemi kaptanına yapmamasını söyler. Kahveci herkese kahve yapar, verir. Sonra iki kahve alıp Rum'un yanına oturur. Kahveci, biz de seninle içelim, der. Yeniçeri, ben sana o kafire kahve yapma demedim mi? diye çıkışır. Kahveci "Kaptana yaptığım kahve senden değil, ocaktandır ağa!" cevabını verir.
Aradan 40 yıl geçer ve kahveci savaşta esir düşer. Kahveciyi tanıyan Rum kaptan kendisine kırk yıl önce kahve ikram eden adamı unutmaz ve ona yardım eder.

Osmanlı Posta Pulları


Osmanlı'da ilk modern posta teşkilatı 1840 yılında posta nezareti (bakanlık) adı altında kurulmuş. Aynı yılda ilk posta pulu Birleşmiş Krallık'ta kullanılmaya başlamıştır. Osmanlı devleti, ilk posta pulunun basımı ve kullanımı 1863 yıllarına dayanmaktadır.  Tarihe bakıldığında Osmanlı devletinin bu konuda geç kaldığını düşünebilirsiniz, ama gerçek hiç te öyle değil. Asya'da yapışkan posta pulu basan ikinci bağımsız ülke Osmanlı Devleti oldu (Rusya'dan sonra). İlk basılan pulun üstünde dönemin padişahı Sultan Abdülaziz'in tuğrası ve tuğranın altındaki hilalde "Devlet'i Aliye-i Osmaniyye" yazıyordu.
Sultan Abdulhamit Stamp
1893 yılında basılmış Osmanlı Puluna örnek
 (Sade tasarımlı ve 2.Abdulhamit tuğralı )
Alt kısmında Fransızca olarak deux piastres (2 dolar) yazmakta
1863’ten 1913 yılına kadar olan dönemde posta pulları üzerinde padişahların tuğraları yer almaktadır. Sadelik ve tekdüzenlik hakimdir. 1913 yılından itibaren Osmanlı pulları üzerinde mimarlık yapıtları görülmeye başlanmıştır. Osmanlı'nın son zamanlarında ekonomik bunalımlar ve savaşlar nedeniyle zor dönemler geçirdiğinden görkemli pullar basılamamıştır. Bir bakıma ülkenin durumu pullarına da yansımıştır. Bu nedenle, 1914 yılında bu durumu ortadan kaldırabilmek için posta pullarının görkemli olması ve dışarda basılmasına karar verilir.

14 Ocak 1914 yılında 5. Sultan Mehmet tarafından bastırılan 1. Londra Posta Serisi ile ilk İstanbul temalı Osmanlı posta pulları basılmaya başlamıştır. İngiltere'de basılan bu pulların nakışlarını Mimar Muzaffer Bey yapmıştır. Türkçe tezyini (süslemesi) Hattat Mehmet Bey gerçekleştirmiştir. Londra'nın Wilkinson matbaasında, o dönemin dünya pulları kalitesinde basılmıştır.
The Ottoman Empire joined the General Postal Union
İmparatorluk basımı: 1880 (1)
(1) Bu pul ülkenin adını ve değerini Arapça olduğu kadar batı karakterlerinde taşıyordu. Pul 1880 yılında basıldı. Uçları yukarıya doğru olan Arap elyazısıyla çevrilmiş Osmanlı İmparatorluğu Posta Servisi "Post of Ottoman Empire" yazılı bir hilali içeriyordu. En alt kısmında batı rakamıyla yazılı 20 rakamı ve paras (para) yazısı bulunmaktaydı. Orta kısmındaki etiket üzerinde EMP: OTTOMAN (Osmanlı İmparatorluğu) çalışması vardı. İlk başta Dünya Posta Birliği ülkeleri içinde kullanılması planlanıyordu. Bu nedenle 1876'da 1890 yılına kadar imparatorluk yazılı değişik tasarımda posta pulları basıldı. Fakat sonraları resmi olarak yurt içi kullanımına da sunuldu.
İmparatorluk Posta Pulu
4 dilli Osmanlı pulu (2)
(2) Osmanlı çok uluslu bir imparatorluk olmasının etkisini bu pulda görebilirsiniz. Pulun üzerinde 4 farklı dilde "Doğu Rumeli" yazısı bulunmakta. Bu diller Türkçe, Fransızca, Yunanca ve Bulgarca'dır. Bu yazılar yazılırken Arap, Latin, Yunan ve Kiril alfabeleri kullanılmıştır.
Column of Constantine Ottoman Stamp
Sürşajlı Osmanlı pulu (3)
(3) Öncelikle pulculuk terimi olan Sürşaj; bir sayının, kelimenin yerine geçmek için üzerine başka bir sayı veya kelime basma işine denir. 1. Dünya savaşının çıkması ve zorunlu tasarrufun başladığı bu dönemlerde yeni pullar çıkarılamamış. Bunun yerine eldeki pulların fiyatları değiştirilerek tekrar piyasaya sürülmüştür. Üstteki resimde sürşajlı pula bakıldığı zaman 4 para değerinde olan pul piyasaya 5 para olarak tekrar sunulmuş. Resimde ise İstanbul'da bulunan Çemberlitaş Sütunu var. 
Rumeli Fortress Stamp
Rumeli Hisarı Osmanlı Pulu, 1914 (4)
(4) Bu pul 1914 yılında bastırılan ilk İstanbul temalı pul serisinden. Pullar yurtdışında basılmaya başladıktan sonra pullar resimli ve daha çok İstanbul teması içermektedir. Üstteki gördüğünüz pul buna güzel bir örnektir.
General Post Office in Constantinople Stamp
İstanbul Genel Posta Ofisi Osmanlı Posta Pulu, 1913 (5)
Sürşajlı Posta Pulu
Erörlü ve Sürşajlı Osmanlı pulu, 1913 (5)
(5) Üstteki iki resimde aynı posta pulunu görmektesiniz. Bu mavi renkteki posta pulunda, İstanbul'daki genel posta ofisinin resmi var. Bu pul serisi 1913 yılında basılmış. Fakat bunlardan biri normal basılmış. Diğeri ise hem sürşajlı hem de erörlü. Erör, değerli kağıtların basılmaları veya zımbalanmaları sırasında meydana gelen hatadır. İkinci posta pulunda erör olarak baskı kayması olmuş. Sürşaj olarak ise ayyıldız içinde hicri 1331 yılını kırmızı mürekkep ile basılmış. Yani bu 1913 yılına denk gelmekte. Tahminimce, erörlü posta pulunun kullanılması için basıldığı yıl ile tastiklenmiş.
Osmanlı Posta Pulu
Edirne Selimiye Camisi Osmanlı Pulu, 1913 (6)
(6) Son resimdeki posta pulunda, Edirne Selimiye Camisi resmi bulunmakta. Dikkat ederseniz pul üzerinde "Andrinople" yazıyor. Edirne'nin eski ismi Andrinople olduğunu olduğunu öğrendim. Fransızca "Ottomanes Postes" yazısı dikkatinizi çekmiştir. (Osmanlı postası)

Osmanlı'da posta teşkilatı için yapılan bu çalışmalar günümüz Türkiye'sinin postacılık tarihini ve posta pullarının temelini oluşturtuğundan ayrı bir önem teşkil etmektedir. Yalnız bu konuda kısıtlı kaynaklarımızın olduğunu üzüntü içinde belirtmek isterim. Varsa bile internet üzerinden bilgi paylaşımı pek olmamış. Bu nedenle bazı Osmanlı pulları hakkında bilgileri öğrenmek için yabancı kaynakları araştırmak zorunda kaldım.


*Pulların fotoğrafları kendi pul koleksiyonumdan alınmıştır.

Soğuk Günlerde Bitki Çayı

Çay Tavsiyesi

Sonbahar ayındayız ve havalar yavaş yavaş soğuyor. Günün yoğun saatleri bizi biraz stresli, yorgun ve akşamları düzgün uyku uyuyamaz hale getirebiliyor. Bu da bizim metobolizma direncimizin düşmesine neden olabiliyor. Mevsim geçişlerinin özellikle nezle, grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonlarına davetiye çıkardığı bilinen bir gerçek. Üstelik soğuğun vücut direncini düşürmesi; sağlıksız beslenme gibi etmenlerle birleşince okul, kreş ve ofis gibi kapalı ve iyi havalanmayan yerlerde sonbahar aylarında üst solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığı artıyor.

Bu yazımda soğuk günlerde belki faydası olur diye birkaç tane bitki çayı tavsiyesi vereceğim. Yazıda bahsedeceğim bitki çaylarını hasta olunca kendime yaparım. Biraz da tecrübelerden derleyerek bu yazıyı yazdım. Bu çayları, siyah çay ve kahve gibi fazla içmemenizde fayda vardır. Bazı şeylerin azı faydalı iken, çoğu zararlı olabilmektedir. Herhangi farklı bir hastalığı olanlar ise doktoruna danışmadan hiçbir bitki çayı kullanmamalıdır. Bu yazıdaki bitki çayları hakkında sizlere aktarılan bilgiler, tavsiye niteliğinde olup hiçbir sorumluluk kabul etmemekteyim.

1- Hibiskus Çayı:
Aslında bu çayı bir diyetisyen arkadaşımdan yeni öğrendim sayılır. Tam bir demir ve C vitamini deposu olan bir bitki. Bu sayede bağışıklık sistemimizi güçlendirir.  Demir eksikliği olana faydalıdır. Ayrıca yağ yakımını hızlandırır. Tabi, nasıl olsa hibiskus yağ yakımına faydalı diye fazla yemek yemiyoruz. :)

 Kan şekerini dengeler ve bu sayede tatlı krizlerini önler. Yalnız Hibiskus çayı genel olarak faydalı olurken, hamilelik döneminde ve bazı ilaçlarla birlikte kullanılmaması gerekiyormuş.

Hibiscus
Hibiskus Çiçeği

2- Nar çiçeği:
Bu bitki çayı benim evimde düzenli olarak bulunur ve severek tüketirim. Demlendikten sonra kıpkırmızı rengi var. İlk defa nar çiçeğini demlediğimde gıda boyasına batırmışlar sandım. Sonradan dedemin bahçesinde bulunan nar ağacından aldığım çiçeklerle de çayı yapınca aynı sonuca vardım. Ekşi bir tadı var, ama tatlı bir ekşiliği var.

Hibiskus gibi nar çiçeği de C vitamini deposudur. Vücut direncini artırır ve grip, soğuk algınlığı için çok yararlıdır. Yağları yakma özelliğiyle çabuk kilo verdiren nar çiçeği bitkisi  kilo vermek isteyenler için birebirdir. Fazla tüketilmemesi gerekmektedir. Fazla tüketildiği takdir de kalbe zarar verebilir.

Nar Ağacı
Nar Çiçeği

3- Ada çayı:
Grip olunca ilk başvurduğum bitki çayıdır. Sadece bir bardak içmeniz yeterlidir. Fazlası kesinlikle zararlıdır. Gripte oluşan kırgınlık ve baş ağrısı gibi sorunları kısa sürede gidermektedir. Grip hastalığını hemen geçirmez, ama rahat şekilde atlatmanızı sağlar. Boğaz ağrısı, bademcik iltihabı gibi belirtileri de hafifletir.

Mide ve onikiparmak barsak ülseri olanlar, akut gastriti olanlar ve hamilelik döneminde olanlar kesinlikle kullanmamalıdır.

4- Papatya çayı
Sanırım son zamanlarda siyah ve yeşil çaydan sonra en çok tüketilen çaylar arasında bulunmaktadır. Rahatlatıcı etkisinin olduğunu sanırım bilmeyen yoktur. Yorucu günün ardından uykudan önce bir fincan papatya çayı iyi gider. Aktarlar dışında marketler de bile bulabileceğiniz bir çay. Zararı hakkında hiçbir bilgim yok.


Papatya
Papatya Çayı
 
5-Rezene çayı
 Tat bakımından dereotuna benzeyen rezene; hazımsızlık, mide ağrısı, gaz ve sindirime bağlı diğer problemler için faydalıdır. Rezene çayı bebeklerin gazını almak için verilebildiğine göre hafif bir bitki olmalı. Siz yine de az alın. Her bitkinin fazlası zararlı olabilir.

6-Kuşburnu çayı
Çayının yanında marmelatı da yapılan bir bitkidir. Aslına bakarsanız ben çayından ziyade kuşburnu marmelatını tüketmeyi daha çok seviyorum. İsterseniz siz çayını tüketin. Kuşburnunun çayı, soğuk algınlığının yanında böbrek rahatsızlarına kadar birçok hastalığa karşı fayda sağlıyor. C vitamini zenginliğinden dolayı özellikle kış mevsimlerinde sık içilir. Her ne kadar ben şeker kullanmasam da biraz şeker katarak severek içebilirsiniz. Tadı güzel olduğundan çocuklar bile tüketebilir. Fazla tüketiminden kaynaklı zararını şahsen ben görmedim. Yine de siz abartmayın. :)

Marmelat
Kuşburnu
 
Eğer bu bitkiler hakkında bildiğiniz ve yazmadığım faydaları,zararları varsa yorum kısmına yazarsanız sevinirim. Bu sayede hepbirlikte öğrenmiş oluruz.
kuşburnunun çayı, soğuk algınlığından böbrek rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığa fayda sağlıyor.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/sizin-icin/saglik/kusburnu-cayinin-8-onemli-faydasi_12222.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url
kuşburnunun çayı, soğuk algınlığından böbrek rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığa fayda sağlıyor.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/sizin-icin/saglik/kusburnu-cayinin-8-onemli-faydasi_12222.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url
kuşburnunun çayı, soğuk algınlığından böbrek rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığa fayda sağlıyor.

Yazının tamamı: http://www.hurriyetaile.com/sizin-icin/saglik/kusburnu-cayinin-8-onemli-faydasi_12222.html?utm_source=copy-paste&utm_medium=copy-paste&utm_campaign=copy-paste-with-url