Denizin Kıyısında

Belki çoğumuz denizi görür, sularına dalmaz. Kendimi denizin kıyısında hissediyorum. Biraz yorgun, çaresiz, biraz da kararsız.. Hafif rüzgar esintisinin saçlarımı sarmaş dolaş ettiğini biliyor yine de hiç bir şey yapmadan kendimi bırakmak hoşuma da gidiyor. Hayatında olanları sürekli kontrol etme çabası yormuş olmalı ki rahatladığımı hissediyordum. Avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordum, diğer yanım beni geri durduruyordu. Oysa etrafta kimseler yoktu. Bu geri duruşu sağlayan neydi? 

Günlük yaşantıda yapmak istediklerini baskıladığın çok oluyordu. Başkalarının istediklerine göre davranmak, birilerinin çenesi açılacak diye bazı şeyleri geçiştirmek ve hatta beyfendi hanımefendi desinler diye sessiz kalmak... Bunları yapınca sakin, sessiz, efendi belki de mülayim derler yüzüne. Arkadan ise saf üstelik pısırık derler. Buz dağının görünen kısmını görürler, bir de görünmeyen kısmı vardır. Buz dağının görünen kısmını herkes görür, ardını görebilen ise nadir kişilerdir. Sessizdir ama içinde sürekli münakaşa içindedir. Kelimeleri tartar ölçer gerekirse yerinde kullanır, gerekmezse zamanını bekler.  Yanıldıkları az olur, zamanı kaçırdıklarını düşünürler aksine tam doğru zamanı yaşarlar. Tek bir sorunu var gibi gözükür. O da yalnız kaldığı. Yalnız kalmazlar aslında bir elin parmağını geçmeyecek az ve öz kişi bilir ve anlar. 

Rüzgarın esintisi altında etraftan üç beş çıra ve birkaç kozalak alıp çay demlemek için ateşi yaktım. Kaynayan suyun fokurtusunu duyunca yavaşça çayımı kattım ve demlenme zamanını beklemeye koyuldum. Çayın bile demlenme zamanı vardı. Öncesinde ve sonrasında çayı tadarsan tadı seni rahatsız eder. Zamanını beklersen keyifli olur. Hayat da böyle idi. 

Keyifli çay içtiğini görenler ve çayın güzel kokusunu alanlar keyfine ortak olmak için yamacına oturur, sohbetine ortak olmaya çalışır. Ola ki birlikte deniz kenarına bir yerlere gidip dolaşırız. Sözün sonu budur. 


Belki de

 

Huzur denince akla ilk gelen yer neresidir? Belki de huzuru beklememeliyim, belli bir süre aramalıyım. Doğa içinde sakin ve ıssız bir o kadar da insan canlısı bir yerde, bir ay ışığında ya da kendimin bile bilmediği bir yerde kim bilir? Belki de eşsiz bir gün batımında. Ahaste aheste yaşamalıyım hayatı, sakince, yıpratmadan ve bir yandan da acele etmeliyim tek bir anını kaçırmadan. Hayatta önemli olan arkana baktığında ne kadar seni gülümsetebilmesidir. 

Hayat denilen şey bir an kadar kısa, bir ömür kadar uzun değil mi? Ömür dediğin bir göz açıp kapatana kadar hızlı geçiyor. İnsan zamanla öğreniyor. Her emeğin karşılığı olmayacağını. İnsan sabrederek verilen bilgiyi elde edebilirmiş. Hayat denilen şey bir yol olsa ve o yolun taşlarının değişebileceğini öğrendim. Yolda yorulsa da insan direnmeli fakat karşı koyma olmadan direnmenin de bir gayesi olmayacağını. Her sınav kazanılmaz, kiminden kalmak gerek. En doğru öğrenme belki budur. 

Belki de sadece bir yudum kahveye ihtiyaç vardır :)

 

 

Nerede O Eski Bayramlar?

Belli ki insanlar kolayca unutuyor. Nerede o eski bayramlar diyerek klişe bir sözle başladım. Artık ben de böyle söylemeye, sormaya başladım. Aslında özlediğimiz çocukluğumuz ve geride yitip giden sevdiklerimizdir. Sabahları çocuk iken bizler erken uyandırılır. Bayram öncesinde alınan elbise ve ayakkabılarımızı giyer. Büyüklerimizin evine gidilir ve herkes birbiri ile bayramlaşır. Büyüklerimizin elleri öpülür. Harçlıklar alınır. En son bayram sofrasına oturulurdu. Bayram denince bunları gördüğümüz için aklıma gelenler bunlar. 

Artık kolay kolay bayram coşkusunu kimse yaşamıyor. Çoğu insan onu normal bir günmüş gibi geçiriyor. Bazen bana da öyle gelmeye başladı. Aslına bakarsak yaş ilerledikçe çocukluğumu özlüyorum. Sanırım bir de yitirdiğim aile büyüklerini gözlerim arar oldu. Bir bayram anneanne evinde diğer bayram babaanne evinde geçen günler olmadığından eski bayramlardaki tat yok gibime geliyor.

Bazı şeyler eksik olsa da geride kalanlarla daha nice güzel bayramlarımız olsun. Bayramı bayram yapmak bir bakıma elimizde. Herkesin bayramını kutlarım, iyi bayramlar diliyorum.

 

 

Fotoğrafçılığa Merak Saldım

Önceki yazımda amatör fotoğrafçılığa merak saldığımı söylemiştim. Kendime başlangıç için amatör ve profesyonel arası bir makine ararken araştırmalar sonucunda Canon 850D yarı profesyonel sayılabilecek bir makine aldım. Fotoğrafçılık dendiğinde cep telefonunu açıp çekmek dışında bir bilgim yoktu. Blog ve youtube kanallarınında araştırınca fotoğrafçılığın göründüğü kadar kolay olmayıp pek çok parametrenin bir araya gelmesi ile daha güzel çekimler yapılabileceğini öğrendim. ISO, diyafram, enstantane terimlerini duyuyordum ama şimdi bazı kavramlar aklımda daha net. Fotoğraf makinesinin otomatik modunda çekilen fotoğraf ile ayarlarını manuel yaparak çekilen fotoğraf arasında dağlar kadar fark var. Şimdilik araştır ve dene şeklinde bazı fotoğraflar çekiyorum. İleride belki bir fotoğrafçılık kursuna katılabilirim.  Henüz hangi tür fotoğrafları daha çok çekeceğime karar vermedim. Şimdilik çevremde gördüğüm her şeyi çekiyorum. Çektiğim bazı fotoğrafları görebilirsiniz.

Ayın Görünen Yüzü



 

Bir Kuş Konmuştu

Eski fotoğraflarıma bakarken bakın ne buldum. Biraz fotoğrafı kırptığım için kalitesini dikkate almazsanız sadece bir anımı paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı okur musunuz bilemem ama bana bu fotoğraf çok şey anlatıyor. Geçen yıl her sabah şaşmadan saat  yedide  balkonuma gelen bir kuşum vardı. Kuşum diyorum artık o kadar çok benimsemiştim. 5-10 dk balkonumda durur öylece öterdi. Beni her sabah uyandırıyordu. İlk defa geldiğinde sesine uyanmış, perdeyi kaldırıp ona dakikalarca bakmıştım. Kaçar diye düşünmüştüm kaçmamıştı. Ertesi gün aynı saatte ötme sesini duyunca sevinmiş ve iyiden iyiye ben ona o da bana alışmıştı. Hatta ileriki günlerde balkona çıkmaya başladım ve kaçmıyordu. Ben de evde ne varsa biraz yiyecek ve buğday koyardım. Sabah karnını doyurup giderdi. Başta sürekli aynı saatte gelmesi bana garip geliyordu. Sonraları alıştım ben de. 

Ben ona isim olarak şirin ve pofuduk diyordum. Bu isimlerle seslenilmesinden hoşnut olacak ki bana bakıp ötüyordu. 2-3 ay gibi bir süre her gün gelip gitti. Bir ay gibi bir süre için başka şehire gidip geri döndüğümde kuşun artık aynı saatte gelmediğini farkettim. Birkaç sabah daha balkonda göremeyince ya bana küsmüştü ya da ölmüştü. Üzülmüştüm. Bazen sabahları hala perdeyi kaldırıyorum, bakıyorum acaba yine gelir ve ötmeye devam eder mi diye. Bu kuş melek gibi kendi gelip kendi gitmişti.

 


Ben Burada Değilken

Ben burada değilken sosyal anlamda kendimce bazı işlerle uğraşıyordum. Hala da uğraşmaya devam ediyorum. Söylüyorum televizyon izlemiyorum. En son ne zaman izlediğimi de hatırlamıyorum. Bu nedenle koronavirüs kaç kişiye bulaşmış veya kaç kişi ölmüş bilmiyorum. Bu durumdan da memnunum. Yanlış anlamayın en azından kafamı meşgul etmiyorum. Tedbiri de elden bırakmıyorum. Nedeni kendim için değil, sadece büyüklerimin sağlığı içindir. Gezmeyi tozmayı inanın 7-8 aydır bıraktım. Bir kahve dükkanında oturup kahvemi yudumlamayı ve güzel bir mekanda akşam yemeği için dışarı çıkmayı özlemiş olabilirim. Ben bu konuda zorunda olmadığı halde normal bir dönemdeki gibi keyfi için tedbirsiz toplumda gezen dolaşan insanlara sadece biraz bencil gözüyle bakıyorum. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz? 

Bu sene yaz ayı ne zaman başladı veya bitti farkına varmadım. Çünkü gezme tozma işlerini büyük ölçekte askıya aldığımdan öyle kendi halimde geçti diyebilirim.

Bu dönemde biraz kendime zaman ayırıp spor yapmaya başladım. İlk başta zor geldi. Isındıkça alışıyorsun. Daha önceleri uzun bir süre düzenli spor yaptığım dönem oldu. Bu yüzden bedenimi tanıyorum biraz. En azından ben öyle düşünüyorum. Spor programımı kendim oluşturdum. 

Başka neler yaptım derseniz pikap ve plaklarım için dolap satın aldım. Yaşadığım yeri değiştirmek, düzenlemek ve kalabalık duran eşyaları evden uzaklaştırmanın iyi gelebileceğini düşündüm. Demonte mobilya alıp kurmak biraz zor gibi gözükse de zevklidir. Satın aldıktan sonra mobilyayı eve taşırken daha rahat oluyor. Kurması zaman alsa da kurup yerine koyduğunda güzel oluyor. Biraz büyüklerin yapboz oyuncağı gibi. Herkes bir şeyin başına oturup saatlerce uğraşmayı sevmeyebilir.

Amatör fotoğrafçılığa adım atmayı planladım. Kendime bir dslr yarı profesyonel fotoğraf makinesi aldım. Sürekli hep ertelediğim bir uğraş veya hobiydi. Şimdilik bu alanda kaynak olarak internetten videoları ve yazıları takip ediyorum. Bir şey için çabalamayı ve yeni şeyler öğrenmeyi zevkli bulduğumdan güzel olacak gibi. Hem de doğa gezileri yaparken yeni bir uğraşım olmuş olacak. Fotoğraf çekmek belki de daha çok doğa gezisi yapmak için motive edici olabilir.


Bir Kaktüsün 9 Yıllık Serüveni

İlk defa bir bitkiye bakma tecrübesi yaşama heyecanı içinde büyük bir hevesle aldım. Büyük bir sorumluluk hissederek kaktüsü aldığım ilk günden itibaren yıllarca bakmayı kafaya koymuştum.  Başlarda internetten araştırma yaparak ve daha önce evinde kaktüs yetiştiren bitkiseverlerin tecrübelerini okuyarak geçiriyordum. Eve geldiğinde ufak tefek tek yumru bir şeydi. İlk başta biraz çekingen gibi dursa da daha sonraları yerine alıştı. Evde gezmeyi sever. Arada yanı başımda durmayı sever. Şaka yapıyorum tabii ki. :)

Zamanla okuduğun bilgilerden ziyade bitki yetiştirmeye çalışırken edindiğin tecrübelerin daha verimli sonuçlar verdiğini gördüm. Buna bir bakıma deneme yanılma usulü de denilebilir. Mesela kaktüsü ilk aldığım sene sonunda çok küçük olduğu için çiçek açmaz dediler ve ilk yılın sonunda 1 tane çiçek açtı. Kaktüsler ilerleyen yıllarda yılda 1-2 kez çiçek verdiğini okumuştum ama kaktüsüm yılda 4-5 kez hatta 6 kez bile çiçek açtığını gördüm. Bu nedenle tecrübe daha önemli gibime geliyor.

İlk kaktüse baktığım zamanlar üniversitede öğrenci olduğum döneme denk geldiğinden bir öğrenci evinde odamın başköşesine koyuyordum.  İnanın yıllarca gündüzleri cam kenarına, akşamları da içeriye alıp sürekli yerini değiştiriyordum. Yavaş yavaş bitkinin yerini bu kadar sık değiştirmenin iyi olmadığını gördüm. Zamanla yerini daha sabit bir yerde tutmak daha iyi geldi. Mevsimsel olarak belli bir yer belirlemek de buna dahil olabilir.

Sulama konusunda biraz rahat olabilirsiniz. İlk zamanlar kaktüsü sıkboğaz yapıp 1-2 hafta bir suladığımı biliyorum. Zamanla 2-3 haftada bir ve hatta bazen ayda bir sulamanın daha faydalı olduğunu gördüm. Özellikle kış aylarında yaz aylarına göre sulama sıklığını oldukça düşürülmeli diye düşünüyorum. Bunun nedeni sadece yaz aylarında bitkinin sıcaktan daha çok su isteyeceği için değil; ayrıca kış döneminde bitkinin uyku dönemi gibi bir döneme girdiğini bunu da küçüldüğünü, diken uçlarının kuruduğunu görerek anlayabilirsiniz. Bu ikinci sebepten ötürüdür ki sulama sıklığının azaltılması kaktüsün zararına değil de yararına olmaktadır. Bunu da ben kış ayının içinde kaktüsün böyle bir uyku döneminden sonra çiçek açmasından farkına vardım. Eğer ben bu uyku döneminde kaktüse sıklıkla su vermeye devam etsem kaktüs sürekli rahatsız olacak belki yeşil kalmaya devam edecek ama çiçek açmayacak. Yani kaktüsü düzenli olarak öyle bitki bakım direktiflerinde yazan düzenli sulama, yerini değiştirme vb. gibi uygulamalarla rahatsız edilmemesi gerektiğini anladım.

Bazen bana kaktüsüne bunca senedir nasıl güzelce bakıyorsun diye soruyorlar. Ya da kaktüsüne bu kadar sıklıkla nasıl çiçek açtırıyorsun diye de soruyorlar. İnanın ben de tam bilmiyorum. Kaktüsün değişiminden dilini biraz anlar oldum diyebilirim. O da benim kendisini sevdiğimi anladı. Birbirimizi unuttuğumuz günler oldu, yanı başıma aldığım günler de oldu. Ama o her şeye rağmen bana küsmedi. Sevgisini sürekli çiçek açarak göstermeye devam ediyor.

 

*9 yıllık kaktüsümün yıllara göre gelişimini aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsiniz.



Öylesine Bir Yazı


Değişen hayatlarımızda kendimizi hapsetmek zorunda kalmamız bana insanoğlunun acizliğini hatırlattı. Dünyaya kafa tutsan da unuttuğumuz yumuşak karnımız vardı. Sokakta yürürken sanki yıllardır buradan uzakta kalmışım gibi hissediyordum. Halbuki daha önceden o sokaktan defalarca geçmiştim diye düşündüm. Yalnız bir farklılık seziyordum. Yolun bazı yerlerinden otlar çıkmış, apartmanların duvarlarını sarmaşıklar örmüş, metro girişi kapalıydı. İlerledikçe daha önce çocuk parkı olduğunu düşündüğüm yerde durdum. Gözlerimi kapattım ve derince bir nefes aldım. En son ne zaman böyle havanın bu kadar temiz ve güneş ışıklarının bu kadar güzel yere vurduğunu hatırlamıyordum.

Rüzgarın da bir sesi olduğunu, yağmurun toprağa düşünce güzel bir kokusu olduğunu, kuşların kendi halinde takılırken güzel sesler çıkardığını uzun zamandır farketmemiştim. Anımsıyordum fakat zihnimdeki yeri bir film karesinden farksızdı.

Ne olmuştu da dünyaya yeniden gelmiş gibi her şeyin farkına varmaya başlamıştım. Bilmiyordum. Her şey bir anda olmuştu. İnsanlar neredeydi. En son televizyonlarda evden çıkmayın deniyordu. Anlaşılan herkes bu karara uyuyordu. İçimde sanki yalnız kalmış gibi his vardı. Yalnızlığa terkedilmiş sokakları bitkilerin kaplamış olmasından içimdeki hissi kuvvetlendiriyordu.

Yol kenarındaki terkedilmiş mağazalara ve sokaktaki eskimiş afişlere bakarak zamanı ve tarihi öğrenmeye çalışsam da nafile idi. Bir anda kolumdaki parlak, muadillerine göre ağırca olan metal saatime bakmıştım. Saatin pili bittiğini gördüm. Daha sonrasında saati öğrensem bile bir işe yaramayacağı kanısına vardım. Bulunduğum her an zamandan soyutlanmış, boş bir zamanla sınırlı değildi. Bazı şeyleri hayal meyal hatırlıyordum. Mesela bir kitabı okurken hissettiğim anı; ancak o an, kaygı içeren bir o kadar da mutlu olmaya çalıştığım zamandı.

Anlıyorum ki şimdi her şeyi atlatmış gibi hissediyordum. Yeniden doğmuş gibi şimdi bütün dünya. Eskiden yapılan hataların üstüne bir toprak atılıp daha iyi adımlar için bir fırsat artık. Tüm bunlar bize tarihin tekerrürden mi ibaret olduğunu, yoksa üstüne ders alıp tekerrür zincirini kırmak gerektiğini mi bize hatırlatıyordu.



Bir Adım Attın Mı?


İnsanlar tamamen değişmek istemektedir. Bir insanın tamamen değişmesi mümkün değildir. Yaşadığın her yılı üst üste koyarak bugünlere gelmişsindir. Temelini çoktan atmışsındır. Temeli sarsarsan bina yıkılabileceği gibi sen de yıkılırsın. Yani öyle hevesle yapılan hareketler bize kalıcı çözümler vadetmeyecektir. Sen bir adım atmışsındır ve daha sonrasında farketmeden eski haline dönmüşsündür. Sormak lazım acaba sen ne kadar kendini zorladın veya ne çaba gösterdin? 

Belki de kabuğunu kırıp dar çevrenden daha başka çevreler edinmen gerekmektedir. 3-5 kişi gibi dar bir çevren varsa zamanla sen de onlar gibi olacaksındır. Kapasiten olsa bile onlarla zaman geçire geçire kendini artık geliştirmek istemeyeceksindir. Yeni çevreler edinip kendini onlarla kıyaslayıp daha da geliştirmek isteyeceksindir. Değişim için sihirli değnek değmesini beklemeyin öyle. Siz bir adım atın. O adım belki başkası için küçük olacaktır. Fakat sizin için belki anlam ifade eden büyük adım olacaktır. Siz küçük küçük adımınızı atın, zamanla birikir sizin için güzel şeyler ifade eden kazanımlar olur. Başlamak bitirmenin yarısı derler. Bu zamana kadar belki oturup 1 kitap bitirmemişsindir. Günde yarım saat kitap okumayı istiyorsan bir başla. İkincisine kendini zorla. Üçüncüsüne okumaya engel olan şeylere karar var. Dördüncüsüne hayatında okumana engel olan şeyleri çıkar ve kendini yine zorla. Beşincisinde artık kendin her gün yarım saat kitap okumak isteyeceksindir. Güçlü irade örneği bu olacaktır. Bu bir basit örnek ve her konuda benzer adımlar atabiliriz. Blog okuyucusuna kitap okumak dışında başka ne örnek verilebilirdi ki?

İşin özü zaman zaman yeni çevreler edin. Üstüne bir şey yapmak için sürekli küçük de olsa bir adım atın. Adım atmasanız yerinizde sayar ömrünüzü öyle tamamlarsınız. Sabırla belirli bir süre başkası için küçük adımlar atarken bir bakmışsın insanlık için de atarken kendinizi bulmuşsunuz. 

Çok Hızlı Geldin Yeni yıl


Uzun zaman olmuş bloğuma yazı girmeyeli. Elbette kendimce bazı sebepler var. Yalnız uzun yıllar her şeye rağmen yazısız bırakmadığım bloğumu öylece kendi kaderine bırakmış oldum. Hayatı planlı yaşamaya çalışsan da bazı şeyler geliyor o planları bir bir bozuyor. Ne demiş John Lennon; “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” Öyle başıma bloğumun şifresini unutma gibi fena şeyler de gelmedi. Yeni işe başlama, kısa dönem askerlik derken kafam allak bullak olmuş. Kısacası zaman buladım diyebilirim. 

Kitap okumayı, bir şeyler karalamayı, takip ettiğim blogları okumayı, en önemlisi bloğumu özlemişim. Hep söylüyorum, blog yazmayı seviyorum. Blog dünyasına bakıldığında sosyal medyanın kurbanı olduğunu görünce üzülüyorum. Bloglarda duygu, his ve samimiyet var. Öyle kaç kişi takip etmiş veya kaç kişi like atmış gibi bir düşüncesi yok. Yıllarca yazılmış öylece yalnız başına bekleyen blog sayfalarının yazılarını görünce hem seviniyorum hem de üzülüyorum. Sevincim sabırla, samimiyetiyle birileri görmese de olur edasıyla yazmış ve yazmaya devam eden blog yazarları var. Üzüntüm de bu gibi güzel blog yazarlarının en azından bir yorum yapılarak teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hayat blogtan ibaret değil. Günlük sıkıntılar yazmaktan alıkoyabilir, istese de imkanı olmayabilir. 

Bir yılın daha sonuna geldik. Yılbaşı, yıl sonu veya yıl ortası gibi gibi günlerin hayatımızda bir önemi yok. Bu gibi kavramlar zamanın geçtiğini bizlere hatırlatıyor. Sadece yeni yıl için sağlık, mutluluk ve huzur dilemek hata olur. Yılın herhangi bir zamanında da bu dilekleri herkes için dilerim. Bence zararın neresinden dönersek bizim için kardır diyerek yeni yıl için kararlar alın. Bu hem kendiniz için hem de etrafınızdaki seviğiniz insanlar için de olabilir. Bunlar; sağlığın için, kendine ve etrafındakilere karşı yanlış davranışlarını değiştirmek için, hobi edinmek, kendi yeteneklerini geliştirmeye yönelik olabilir. İşte o zaman yeni yılınız o iyi dileklerle kalmamış bir fiil haline dönüşmüş olur. 


Eğitim Sistemi Nasıl Gelişir?


Eğitim sistemininin gelişmesi demek çocuk 5 yıl okusun veya 10 yıl okusun diyerek olmaz. Ya da müfredata şunu ekleyelim veya bunu çıkaralım diyerek de olmaz. Çocuklarımızı aşırı çalıştırarak ve eve düzinelerce ödev vererek de olmaz. Bu sadece eğitim gören gençlerimiz için nefret ve bıkkınlık sebebidir. Ben biraz da kitap okumayan nesillerimizin yetişmesinde öncülüğünü eğitim sistemimizin öğrenciyi aşırı bunaltmasından kaynaklandığını düşünüyorum. İsterseniz siz bu şekilde düşünmeyebilirsiniz.  İnanın çoğu mezun öğrencimizden duyacağınız laf şu okul bitsin de bak bunu, şunu yapacağım diye peş peşe eklediğini göreceksiniz. Akıllarımıza öğrenmenin sıkıcı olduğu kodlanmışken sanırım mezuniyet sonrası  çoğu şeyi akışına bırakıyoruz.

Bu şekilde düşünmemin sebebi mühendislik eğitimimin bir dönemini İsveç'te geçirmem ve orada tanıdığım İsveçli arkadaşlarımı gözlemlerimdir. O gözlemlediğim arkadaşlarımın hepsi benim gibi çoktan mühendis olmuş durumda. İsveçli arkadaşlarıma bakınca Türkiye'deki öğrencilerin daha fazla şey bildiğini ve bir o kadar da zeki olduğunu iddia bile edebilirim. Peki neden eğitimde İsveç dünyada ilk sıralarda yer alırken biz sürekli eğitimde sorunlar yaşayarak bu listede sonucu durumdayız? Gözlemlerim mühendislik bölümü veya sayısal bir bölümün eğitimi için geçerli olacağını düşünüyorum.

Okullarımıza bakarsanız gerek yazılılarla gerekse sözlülerle öğrencinin bir şeyi o anda yapıp yapamamasını ölçüyoruz. Formülleri veya hesapları sırasına göre ezberleyip geçiyoruz. Öğrencinin bir konuyu ne için ve nasıl yapıldığını öğrenmesi bence daha önemli. İngilizler Hindistan'ı sömürürken zeki öğrencilere devasa logaritma tablosunu ezberletmiş. Burada zeki öğrencilerin düşünmemesini sağlayarak zekalarının körelmesine ve eğitim için fazla enerjilerinin kalmamasına sebebiyet vermek istenmiş. Bu konuda olması gereken bana göre sınavlarda kitaplar, defterler açık olmalıdır. Sorular ise düz mantıkla sorulmamalı. Mesela tersten veya biraz değiştirilmiş olarak sorulmalıdır. Önemli olan bir şeyi ezberlemek değil eldeki olanlarla öğrencinin neler yapabildiğini öğrenmesi ve çıkarımlar yaparak sonuca ulaşabilmesidir. Sonrasında Türk halkı okuduğunu anlamıyor diye bir haber ortaya çıkıyor. Evet, 2016 yılında yayınlanan habere göre kendi dilinde okuduğunu anlamada ülke olarak dünyada 72 ülke arasında 50. sıradayız. Burada temel sorun son bahsettiğim şeydeki gibi biz okuduğumuzu anlamıyoruz çünkü okurken elimize geçen verilerle ne yapacağımızı bize öğretmediler. Bu konuda bizi düşünceye sevketmediler. Bu ilk defa okuma yazma öğrenen bir öğrenciye harfleri öğretip ve bu harflerin yan yana gelerek oluşturacağı kelimeleri, cümleleri oluşturmak için nasıl yan yana getireceğini öğretmemek gibidir.  Dersi geçmek istediğinde kitabın bir sayfasını ezberlemenin yetmesi yerine yorum yapabilme kabiliyeti kazandırabilirsek okuduğumuzu da anlarız. Elimizdeki verilerle ne yapabileceğimizi biliriz. 

Ülkemizdeki eğitim konusunda eksiklikle ilgili bahsetmek istediğim bir konu daha var. Aslında bu problem çözülürse ülkemizdeki problemlerin çoğunun da çözüleceğini düşünüyorum. İskandinav ülkelerinin neden çoğu konuda  bu kadar fazla geliştiğinin göstergesidir. Eğitimde öğrenciye her zaman ben değil biz diyebilmeyi öğretmek gerekmektedir. İsveç'te bu anaokulunda üniversiteye kadar her daim eğitimde uygulanan ders işleme biçimi. İsveç'te hoca gelir dönem başında öğrencilerin 3'erli veya 4'erli gruplara ayrılmasını ister. Hoca gerekli gördüğü yerde grupların dengeli olması için küçük değişiklikler yapar. Bu gruplara derse göre her gruba birkaç farklı proje verir. Projeler derste öğrenilecek şeylerin hoca gözetiminde kullanmasını sağlamakta. Mesela hoca bir hafta ders işler diğer hafta gruplara verilen projeye dersteki öğrenilenleri uygulanması için öğrencileri serbest bırakır. Bir dönem sonunda o derste öğrendiklerini bir projenin tamamında kullanmışsındır. Müfredatlar da bir dersi konu konu değil de hocanın vereceği projenin tamamında o bilgileri kullanacak şekilde düzenlenmiştir. Asıl bahsetmek istediğim yere gelince takım çalışmasının öğrencilere öğretilmesi konusudur. Dersi geçmek veya kalmak grupça olmaktadır. Bu sayede projeler yapılırken öğrenciler grup arkadaşını destekler, iş paylaşımı yapılır. Çünkü öğrenci biliyordur ki ben üstüme düşeni yaptım, gerisi banane diyerek kendisi de dersten kalma sonucuna ulaşacaktır. Bu çalışmalar yapılırken öğrenciler öğretilenleri nerede nasıl uygulayabileceğini, toplum içinde bencil olmamayı, üstüne düşen görevi yapmayı, arkadaşlarının yerine kendini koyabilmeyi, başkalarıyla uyumlu çalışmayı, zorluklara karşı sabrı ve hatta insanlar arası iyi iletişim kurabilmeyi öğretmektedir.

İnanın İsveç'te eğitim görürken o grup çalışmaları sayesinde İsveçli arkadaşlarımla kısa süresinde daha samimi oldum. Ülkeye kısa sürede adapte oldum. Ayrıca grup çalışmalarında İsveçli arkadaşlarım ve hocamın mentörlüğü sayesinde o derste öğretilenler aklıma uygulamalı olarak kazındı. Bugün sorsanız üstünden yıllar geçmiş olsa bile o bilgileri hatırlamakla kalmayıp gerek duyulduğunda o bilgilerle ne yapacağımı ve nasıl kullanacağımı biliyorum. Bunu İsveç'te eğitim gördüğüm dönemde sadece 4 farklı derste 4 farklı grup projesi yaparak diyebiliyorum. 

Tüm eğitimimi İsveç'te tamamlama fırsatım olsaydı acaba nasıl olurdu diye aklıma geldikçe kendime sorarım.

Ben bunları düşünüyorum. Ya siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Y.A.